31 Aralık 2012 Pazartesi

2012 gelişi, geçişi...

Çok sevdiğim bir söz var, 2013’ü karşılarken yeniden dile getirmek istediğim: “Rabbim, değiştiremeyeceklerimi kabullenebilmem için huzur, değiştirebileceğim şeyler için cesaret, aralarındaki farkı kavrayabilmem için de akıl bağışla.” 

Ahh 2012 gelişinden belliydi geçisinin ihtişamı... Yine her yıl olduğu gibi nasıl da coşkuyla karşılamıştım seni… Bin bir umutla, iyi dileklerle, sahip olduğum değerlere şükrederek ve korunmasını temenni ederek. Gerçekleşmesini istediğim şeylerin yeni yeni listelerini yapmıştım. Bu kez olacak, mutlaka ya da asla ile başlayan cümleler kurmuştum. Bir sürü beklenti içinde oldum seni karşılarken. İnsanoğlu böyle demek ki... Ne yaşarsa yaşasın yeni geleni yine umutla karşılıyor, benim suçum değil yani... 

Seninle ayrılmamıza sadece saatler kaldı. Anılarda kalmana sayılı saatler... İçim buruk biraz aslında… “2012’yi nasıl bilirdiniz?” diye soranlara pat diye cevap vermek kolay olmayacak. Çünkü iyi de bilirim, kötü de... Güldüm de ağladım da... Mucizelerim de oldu hüzünlerim de...Sevindim de üzüldüm de... Büyük yıkımlar da yaşadım peş peşe, başıma gelenlerin aslında kötü değil benim için hayırlı olduğunu da anladım. Dostlarımı tanıdım her şeyden önce ve çevremde olup da dost sandığım insanları... Bir arkadaşın nasıl kocaman bir aile olabileceğini öğrendim. Kocaman sandığım bir ailenin nasıl bir anda darmadağın olabileceğini de... Hayatta hiçbir şeyin son olmadığını, her son gibi görünenin aslında yeni bir başlangıç için fırsat olduğunu... Önümüze çıkan fırsatları değerlendirmenin sadece kendi elimizde olduğunu da öğrendim. 

Geriye dönüp bakınca sanki geçen bir yıl değil de bir film ve ben de o filmin başrol oyuncusuyum. Ne çok şey sığdırmışım 2012’ye... Ama benim filmimin sonu ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın iyi bitmeli... Aşklarım mutlu sonla noktalanmalı, işimde maddi-manevi tatmini bulmalıyım, arkadaş ilişkilerim sorunsuz, tüm sevdiklerim benimle birlikte olmalı, her istediğime anında sahip olmalı, başrolü kimseye kaptırmamalıyım… 

Gerçekler böyle değil elbet. Dile pelesenk olsa da ‘Her şey insanlar için’ diyemiyor insan gerçeklerle ilk yüzleştiğinde... Ayrılıkları kolay kaldıramıyor, yakınını kaybetmeyi kabullenemiyor, bolluk içinde yaşarken parasal sıkıntıya düşerse kolay toparlanamıyor. 

Bir de şu ‘Benim başıma gelmez’ düşüncesi yok mu? Başkaları için çok önemli olan birçok şeyi görmezden gelme durumu, ta ki kendi başına gelene dek… O zaman ne oluyor biliyor musun, işte filmin en can alıcı bölümlerinden biri; yüzünün ortasına okkalı bir tokat yiyorsun hayattan. Al sana diye… Yürümenin, koşmanın, istediğimi yiyip içebilmenin, görmenin, dokunmanın, nefes almanın aslında ne kadar değerli olduğunu anladım. Kayıp da yaşadım sevdiklerimin değerini, dargınlıkların anlamsızlığını hissetmemi; yaşamım boyunca aslında ne kadar yalnız olduğumu anlamamı sağlayan… 

Evet kabul ediyorum, her yıl kendi kendime bir daha yapmayacağıma dair söz verdiğim halde yine yaptım. Ufak bir sorunu dev gibi büyütüp hayatın sonu gelmiş gibi davrandım bazen... Tüm dünyanın yükü benim omuzlarımdaydı sanki... En büyük sıkıntıyı çeken, en çözümsüz problemleri yaşayan bendim o an bence, en zor işi yapan yine ben... Öyle olmadığını daha önce defalarca tecrübe etmeme rağmen üstelik, bile bile... 

Sevgili 2012, hüzünlü dostum... Bu yıl en çok da hiçbir şey için ‘nasıl olsa benim başıma gelmez’ dememeyi de öğrendim… Gelir çünkü gelecektir de… Ama hayatta her şeyin bir nedeni, herkesin de bir görevi var . Bu yüzden bu yıl da hayatın hazırladığı acı sürprizler karşısında yenilip yıkılmak yerine göğüs germeye çalışıp onunla yaşamayı öğrenmek yoluna gittim. Bu sayede kayıplarımı tatlı bir tebessümle anar oldum, onlardan öğrendiklerimi ve bana kattıkları değerleri düşünerek… En önemli şeyin sağlık ve huzur olduğuna bir kez daha karar verdim. 

2012 böyle geçti... Sırada yaşanacak koskoca bir 2013 var. Bu yılı doya doya yaşamak niyetindeyim bilesin. İçimde tatlı heyecanlarla, yepyeni ümitlerle, keyifle, aşkla... Sevdiklerimi daha da çok severek, daha çok değer vererek, içimde olanı sadece kendime saklamayıp paylaşarak... En çok da huzur istiyorum, dinginlik... 

Bir dolu şey paylaştık seninle 2012… 2013’den de daha iyi bir performans bekliyorum... Çünkü daha iyisini hakediyorum. Şimdi pabucun dama atılıyor, çünkü 2013 kıpır kıpır geliyor... Hoşçakal 2012, benim hüzünlü dostum...

5 Aralık 2012 Çarşamba

Bazen sadece bir "peki" dersin...

İnandığın şeylerden bir dönüş gibi...
Yorulduğun içindir işte bu "peki"...
Beklenmedik bir anda, susup söylersin...
Karşındaki yüzüne bakar ya hani...

Şaşırarak bakar hatta sürekli.....
Anlamaya çalışır ya olan biteni...
Bu "peki" ne demek, sor da demezsin...

Yorulmuştur yüreğin onca uğraşta...
Faydasızdır üstelemek, tartışmak hatta...
Beynin uyuşuk bir teslimiyetin rahatlığında...
Öncesini bitirip bir "peki" dersin...

Vazgeçtiğin her ne ise bu defa...
Kendiliğinden gelip yerleşir, nokta...
Vedalaşmışsındır çoktan aslında...
Farkedilmeden, sessizce çekip gidersin...

İşte bu "peki"dir, başlatır gidişi....
Ardından yansımaktadır duyulan sesi...
Sadece geride bırakarak yalın bir "peki"...
Yorgun kendini peşine takıp gidersin..

Çoktan uzaklaşır da dinlermiş gibi...
Kendi sesini zar zor duyarmış gibi..
Öncesinde ne varsa bırakmış gibi...
Şanslıysan... kendini alır gidersin...

23 Ekim 2012 Salı

Sen geldin...

Geceydi seni bana taşıyan...Sen geceye yakındın, bende sana....Ağır aksak işleyen zamanın düşürdüğü tuzaklardan kurtulup geldin, hoş geldin.Korkularınla, sırlarınla ve sadece gözlerine derin bakanların görebileceği acılarınla geldin, iyi ki geldin..... Bekleyişlerimin içine hapsettiğim özlemlerim vardı.Nicedir kimseyle paylaşmadığım hüzünlerim.Soramadığım sorularım.. Hatırladığımda yüreğimde yaratacağı o korkunç sızıyı duymaktan korktuğum için beynimin bir köşesine fırlatıp attığım ve bir daha hiç dokunmadığım anılarım vardı....Şimdi özgür bıraktım özlemi.Şimdi hüzünde sevinçte doyasıya yaşanıyor bende.Sorular cevabını buluyor, anılar canlanıyor çünkü sen geldin.Susmak ne çok akıllandırmış beni... Ne çok biriktirmişim kelimelerimi....Bir bir dökülürken dilimden sevda sözcükleri senin o tedirgin duruşun bile durduramıyor beni."Seni soluyan bir rüzgara kapılmış gidiyorum.", yüreğimi bir yelken gibi açtım, seninle dolduruyorum.Seninle olmanın, seni yaşamanın ve zamanı sadece seninle paylaşmanın eşsiz hazzını duyumsuyorum, ne iyi ettin de geldin...

Bir büyüysen bozulma. Bir hayali yaşıyorsak kaybolma. Hep biz çözecek değiliz ya gerçeğin düğümlerini, bırak kendi halinde kalsın. Ruhuna talibim ben asıl gerçek bu. Kaçışlardan bıkmış, hep yarım kalmış ruhum da bir tek seninle doyuma ulaşacak, kendini bulacak. Dedim ya, sen geldin.Bir de mavi var öyle ya..... Nereye saklamıştım maviyi ? Kimlerden gizlemiştim de yok

ama ne güzel geldin... sansınlar istemiştim ? Bak, güneş bile mavi mavi parlıyor görüyor musun ? Yavaş yavaş yok oluyor yüreğimin gri katmanları. çocuk gibi seviniyorum. Sahi , çocuk olmayı ne kadar özlemişim ben... Senin içindeki çocukla oynayacak bendeki çocuk. Yalansız ve saf olacak. Kumdan kaleler yapacak, içine seni koyacak. Kaleyi yıkacak, seni kurtaracak, kahraman olacak.Çığlıklar atacak, yorulmayacak, sensiz hiç bir oyunda "ebe" olmayacak.Korkma , içindeki o çocuk hep yaşayacak, kimsenin zarar vermesine izin vermeyeceğim.Çünkü sen o çocukla varsın, o çocukla geldin.Yoktum ben, senden önce yoktum sanki. Sen geldin varlığını bildim. Sen geldin bir dokunuşun, bir öpüşün nasıl da büyük bir hazza dönüştüğünü gördüm.

Sen geldin ben oldum, aşk oldum.

Sen geldin.... 

22 Ekim 2012 Pazartesi

Razı mısın bütün bunlara...?

Evinin, seni içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksin…
Sokağa fırlayacaksın…
Sokaklar da dar gelecek…
Tıpkı vücudunun yüreğine dar geldiği gibi…
Ne denizin mavisi açacak içini, ne pırıl pırıl gökyüzü…
Kendini taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan da kaybolacak kadar küçüleceksin…
Birileri sana bir şeyler anlatacak durmadan…
“Önemli olan sağlık.”
“Yasamak güzel.”
“Boş ver, her şey unutulur.”
Sen hiçbirini duymayacaksın…
Gözyaşlarından etrafı göremez hale geleceksin…
Ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok
seveceksin…
Hep ondan bahsetmek isteyeceksin…
“Ölüme çare bulundu” ya da “Yarın kıyamet kopacakmış” deseler başını kaldırıp Ne dedin?” diye sormayacaksın…
Yalnız kalmak isteyeceksin…
Hem de kalabalıkların arasında kaybolmak…
İkisi de yetmeyecek…
Geçmişi düşüneceksin…
Neredeyse dakika dakika…
Ama kötüleri atlayarak…
Onunla geçtiğin yerlerden geçmek isteyeceksin…
Gittiğin yerlere gitmek…
Bu sana hiç iyi gelmeyecek…
Ama bile bile yapacaksın…
Biri sana içindeki acıyı söküp atabileceğini söylese, kaçacaksın…
Aslında kurtulmak istediğin halde, o acıyı yasamak için direneceksin…
Hayatının geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksin….
Aksini iddia edenlerden nefret edeceksin…
Herkesi ona benzetip…
Kimseyi onun yerine koyamayacaksın…
Hiçbir şey oyalamayacak seni…
İlaçlara sığınacaksın…
Birkaç saat kafanı bulandıran ama asla onu unutturmayan.
Sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren…
Bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek… Boğazın düğümlenecek, dinleyemeyeceksin…
Uyumak zor, uyanmak kolay olacak…
Sabahı iple çekeceksin…
Bazen de “Hiç güneş doğmasa” diyeceksin…
Ne geceler rahatlatacak seni ne gündüzler…
Ölmeyi isteyip, ölemeyeceksin…
Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önüne çıkana sarılmak isteyeceksin
Nafile…
Düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek…
Rüyalar göreceksin, gerçek olmasını istediğin…
Her sıçrayarak uyandığında onun adını söylediğini fark edeceksin…
Telefonun çalmasını bekleyeceksin…
Aramayacağını bile bile…
Her çaldığında yüreğin ağzına gelecek…
Ağlamaklı konuşacaksın arayanlarla…
Yüreğin burkulacak…
Canın yanacak…
Bir daha sevmemeye yemin edeceksin…
Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinden…
Onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksın…
Defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğin için nefret edeceksin…
Yasadığın şehri terk etmek isteyeceksin…
Onunla hiçbir anının olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek…
Ama bir umut…
Onunla bir gün bir yerde karşılaşma umudu…
Bu umut seni gitmekten alıkoyacak…
Gel gitler içinde yasayacaksın…
Buna yaşamak denirse…

Razı mısın bütün bunlara?
Hazır mısın sonunda ölüp ölüp dirilmeye?
O halde aşık olabilirsin...

Bir dost...!

Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın…

‘Nereden çıktın bu vakitte’ dememeli, bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında; gözünün dilini bilmeli; dinlemeli sormadan, söylemeden anlamalı…

Arka bahçede varlığını sezdirmeden, mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli hayatında; sen, her daim onun orada durduğunu hissetmelisin. İhtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli, kovuklarına saklanabilmelisin.

Kucaklamalı seni güvenli kolları, dalları bitkin başına omuz, yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı…

En mahrem sırlarını verebilmeli, en derin yaralarını açıp gösterebilmelisin; gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz…

Onca dalkavuk arasında bir tek o, sözünü eğip bükmeden söylemeli, yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.

Alkışlandığında değil sadece, asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli. Övmeli alem içinde, baş başayken sövmeli ve sen öyle güvenmelisin ki ona, övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin.

Teklifsiz kefili olmalı hatalarının; günahlarının yegane şahidi… Seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sırdaş..

Gözbebekleri bulutlandığında, yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin. Ve sen ağladığında onun gözlerinden gelmeli yaş…

Yıllarca aynı ip üstünde çalışmış, cesaretle ihanet arasında gidip gelen bir salıncağın sınavında birbiriyle kaynaşmış iki trapezci gibi güvenle kenetlenmeli elleri…

‘Parkurun bütün zorluklarına rağmen dostluğumuzu koruyabildik, acıları birlikte göğüsleyebildik ya; yenildik sayılmayız’ diyebilmeli…

Issızlığın, yalnızlığın en koyulaştığı anda, küçücük bir kağıda yazdığımız kısa ama ümit var bir yazıyı yüreğe benzer bir taşa bağlayıp birbirimizin camından içeri atabilmeliyiz:

‘Bunu da aşacağız!

İmza: Bir dost...!

Seninle olmanın en güzel yanı...

Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?
Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek.

Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun?
”Seni seviyorum” sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.

Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?
Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek. Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek…

Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?
Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak. Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak.

Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?
Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana… Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte. Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek… Aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek.

Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?
Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya anlatmak… Okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak.

Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun?
Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek. Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak. Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde. Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime.

Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?

Nereden bileceksin?

Sen benimle hiç olmadın ki. Olsaydın avuçlarım terlemezdi… Isırmazdım dilimin ucunu… Özlemezdim seni yanımdayken.Kıskanmazdım.

Korkmazdım yollarda yürümekten. Islanmazdım yağmurlarda… Yıldızlara aya dert yanmaz, böyle her şarkıda serhoş olmazdım.

Korkmazdım seni kaybetmekten ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize… Ve her kulaçta haykırırdım seni..

Ama sen hiç benimle olmadın ki…

YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YA YÜREĞİN…

11 Ekim 2012 Perşembe

Kabul et, sorun senin kendi hayallerinde...

yerine kimseleri koyamayacağını sanıp, belki de aldandığın kişiler olacak hayatında. Ve sen uslanmadan acı çekmeye devam edeceksin… İşte o zaman anlayacaksın yaşadığın şeyin aşk olduğunu.
Sahiplenmeden seveceksin… Unutma ki, sen bile sana ait değilsin. Bakmayacaksın da öyle rengine, cinsine… Gözleri mesela… Yetecek onu deli gibi sevmene…
Yolda yürürken kızmayacaksın mesela ona baktıklarında… Hem zaten dert de etme… Bulduğu müddetçe o sende aradığını, devam da edecek yanında kalmaya… Merak edeceksin ama vermeyeceksin kendini ele… En çok da kendine.
Hatırla bak… ‘İyi ki nefes alıyorum’ dediğin zamanlar, sevildiğini bildiğin o anlardan ibaret. ‘Zaman dursa şu an’ dediğin anlar da hep tekrar özlem duyma korkusundan.
En güzel anında bile terk etse seni, karışmayacak kafan çok fazla. Çabuk toparlanacaksın. Olmuyorsa da… Acı çekmenin bile derinlerde bir yerde sana haz verdiğini kabul edeceksin. Onu yaşamayı bilecek; yaşarken yazacak çizeceksin belki de…
Kötü bitiyorsa bir gece, ertesi sabah uyanmak için bir nedenin olacak… Bulamıyorsan da, zorlamayacaksın daha fazla. Son demeyeceksin belki ama bitmesinin yeni bir kapı açacağını hatırlayacaksın. Var herkesin bir alıcısı da, sen ne satıyorsun ona karar ver.
Aşağılanma pahasına, bileceksin eskileri yok etmeyi. Ancak denk gelir de bir gün… Mutluluğu, senin mutluluğundan daha önemli olacak kişiyi bulacak olursan… Kaçırma sakın. O’dur işte senin hayat arkadaşın.
Seni ‘nasıl olsa cepte’ görenler de olacak. Unutma, sen istedin zamanında o cebe girmeyi. Becereceksin şimdi girdiğin gibi de çıkmayı.

Uğruna emek verdiğin kimse aslında seni hayal kırıklığına uğratmadı. Kabul et, sorun senin kendi hayallerinde. Sorun senin kendi zafer tanımında.

Sana ‘en kötü günümüz böyle olsun’ değil, ‘en güzel günümüz böyle olsun diyenler’ gerek. Çıkar diğerlerini hayatından. Unutma ki çok da umurunda değilsin zaten onun bunun. Sen önce kendi kendinin umurunda ol.
Anlaşıldığını hissetmek! İnsanoğlunun en çok arzuladığı şey işte bu olmalı. O zaman öyle dostlar edin ki, leb demeden sen, anlasın onlar lebleyi. Anlasınlar da, bilsinler de sana çaktırmadan hala dinlemeyi.
Yeni arkadaşlarını ‘neden’ yerine, ‘neden olmasın’ diyenlerden seç… Göreceksin bu bile tek başına yetiyor hayatı daha eğlenceli kılmaya.
Rahatsız olduğun her şey kendine bir ayna esasında… Tanı onları. Tanı da, elindeki güç başkasını değil, sadece kendini değiştirmeye yetiyor. Zorlama.
Zayıf yanlarını görür endişesiyle insanlarla yakınlaşmaktan korkma. Bırak kim neyi görecekse görsün. Dedim ya, insan kendine bile yabancı.
Gelecek için endişe duymaya devam ediyorsan, yetmemiş demek ki… Yaşadığın pişmanlıklar seni değiştirememiş. Hataların veya hayallerinle ilgili de artık senle konuşan kimse kalmadıysa, senden vazgeçtiler demektir… Ya mekan değiştireceksin, ya da kendini.
Tek bir kişi bile olsa, biri senin varlığından ötürü daha rahat nefes alsın… Kafayı her yastığa koyduğunda da, ‘yeni güne uyanabilecek miyim’ diye sor. Göreceksin, uyanıkken aldığın her nefesin değeri artıracak.
Değer vereceksin yaşadıklarına da, henüz yaşamadıkların olacak hep seni daha fazla hayata bağlayan. O yüzden yaşarken aç be gözünü kardeşim. Bak tam şu saniye mesela… Bitti işte o an bile.
Meydan oku! Ona buna değil de, kendi hayatına… Yapabileceğin halde bugün yapmıyorsan, erteledin bak yine yaşamayı… Yok işte yaşayacağın başka bir hayat. Çık dışarı, bırak kendini sokağa. Şimdi…
Uğruna ölmeyi göze alacak bir şeyin yoksa veya bulmak adına bugünden harekete geçmiyorsan, yokluğunun da pek önemi olmayacak. O yüzden dene her şeyi en az bir kez… Dikkat et bak, bugün sana en unutulmaz anları yaşatan şeyler, geçmişte yapmaktan hep en fazla korktuğun şeylerdi… O zaman korkma artık. Yeter! Ölme, yaşa…
Bir ömür yetmiyor ki kendini keşfe… Gerek de yok o yüzden filozof falan olmaya…
İnsanların kahrını çekip delireceğine, sen delir, onlar senin kahrını çeksin. Çünkü kendini bir şey sanmazsan, kaybedecek şeyin de olmuyor.
Ancak öyle bir hayat yaşa ki, bitmesin anlatacak hikayelerin… Ve yeniden dünyaya gelsen, yine ‘kendin’ olmak iste… Sevdiklerine verebileceğin en değerli hediye, sadece daha mutlu bir sen. O yüzden hayat senle oyun oynayacağına, sen onunla oyna…
Ha unutmadan! Biliyorum… Bunları okumak sana öyle çok da fayda falan sağlamayacak. İlla ki yaşanması gerekiyor çünkü. Hem zaten ben… Hiçbir şey hakkında artık eskisi kadar emin değilim ki.
O yüzden, geçeceksin bunları! Sen kimseye kulak asmadan, rüzgara karşı uçabiliyor musun ona bak....

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Beni anlamanı beklemiyorum artık.

Sen hiç apartman kapısı kapandığında ayak seslerinin kapıya doğru gelmesi için dua ettin mi?
Her telefon çaldığında ‘umarım bu kez o arıyordur’ hissiyle koştun mu?
Her mesaj geldiğinde yüreğin ağzına geldi mi, acaba şimdi ne söyleyecek diye?
Karşılaşma umuduyla sevdiğin insanın evinin civarında aptal aptal dolaştın mı?
Sen bi insanın ellerini özledin mi hiç? Ellerini, ellerinin içine koyup sadece bakmayı istedin mi?
Sen hiç iftiraya uğradın mı? Yapmadığın şeyler için defalarca suçlandın mı?
Sen ölümüne dürüst olmak ne demek biliyor musun? Bunun kıymetini anlayacak kadar büyüdün mü?
Sen hiç birinin fotoğrafına bakarken, ona sarılma isteği duydun mu?
Sen sırf karşındaki insan sana ‘bana iyi gelmiyorsun’ dediği için onu bir daha arayamayacak hale geldin mi?
Biri sana ‘çok üzgünüm’ dediğinde, aslında zerre üzgün olmadığını hissettin mi?
Hayatında her şey yolundayken sırf senin gitmen için ‘ben iyi değilim’ diye yalan söyleyenine rastladın mı hiç?
Sen hiç herşeye rağmen sevdiğin insanın karşına geçip gözünün içine baka baka bir başkasını öpüp kokladığına şahit oldun mu? O acı nasıl birşeydir yaşadın mı hiç?
Sen hiç onun okumayacağını bildiğin halde sayfalarca yazı yazdın mı?
Sonra gelmiş bana ‘seni anlayamıyorum’ diyorsun. Anlamazsın tabi. Bak, ben seni gayet iyi anlıyorum. Beni anlayamamanı bile anlıyorum.

Sen beni anlayamazsın, zaten artık anlamanı da beklemiyorum...!

Çoğu şeyi geç anladım ben...

Çabuk öğrenen bi çocuktum, herşeyi kendi kendime öğrensem bile. Reddettiğim şeyleri kendi irademle, kabul ettiklerimi de hep kendi iradesizliğimle sınadım.

Hiç sigaraya heveslenmedim mesela ben. Ortaokuldan beri neredeyse tüm arkadaşlarım içerken, ben hiç denemeye bile yeltenmedim. Yıllar sonra insanlar ‘gençlik hevesi, büyüdüğünü ispatlama çabası, arkadaş ortamı’ gibi bahanelerin arkasına saklandıklarında sadece gülümsedim. ‘Tabi, haklısın. Herkes öyledir.’ dedim. Öyle değildi işte. Yani ben hiç öyle değildim.

Mutlu muydum? Hayır. O yaşta anne-baba ayrılığını çok derin ayrıntılar ve acılarla yaşamış bir çocuktum. Çok değiştim, sürekli değiştim. Okul aile birliği anne babası ayrılmış çocuklara yardım edeceği zaman sınıfa gelip, ‘kimlerin anne babası ayrı, bi parmak kaldırsın bakalım’ dediklerinde çıt bile çıkarmadım. Çok uzun süre kabul edemedim. Lise dönemime geldiğimde biraz daha toparlanmaya çalıştım. O kadar değiştim. Ama hiçbir zaman sigaraya başlamadım, heves etmedim.

Alkole de hiç heves etmedim. Öyle derin acılar yaşamama rağmen hiçbir şey beni alkole, uyuşturucuya itmedi. Benim hep yaşamaya, bir şeylerin bi gün iyi olacağını hissetmeye dair hevesim ve inancım vardı.

Öyle sade bir ortamım da olmadı hiç. Kendimi bildim bileli sosyaldim. Dünya kadar arkadaşım oldu, hep değişik hayatları dinleyip ortak oldum. O ortamlarda hep alkol vardı, sigara vardı, dahası vardı.. Ben yoktum ama. Onlar o kafayı yaşamak için içmeye ihtiyaç duyarken, ben kola içerek kafayı bulan bi insan oldum. Hep öyleydim. Ben hep mutluluktan sarhoştum. Öyle kocaman sebeplere de ihtiyacım olmadı hiç. İki dost yüzü, iki sohbet. İki hayata dair muhabbet. Sarhoş olmam için yeterliydi.

Belki de tadını sevemediğimden oldu hep. Zamanında başlamam için türlü türlü tatlı kokteyller denetseler de yok sevemedim. Zorla içmenin bi anlamı yoktu çünkü. Sonra zamanla ufak ufak şarap ve rakı girdi hayatıma keyiften nadiren ama..

Sonra değişmeye devam ettim. 6 sene önce bir yaz tatilinde Jack Daniels ile tanıştım mesela. Sırf sevdiğim adam seviyor diye ona uyum sağladım ve sevdim. Ama ondan ayrıldıktan sonra her Jack Daniels kokusu aldıkça burnumun direği sızladı, içmekte zorlandım. Ayrıldıktan sonra alkol ile arası olmayan Hale gitti bambaşka biri geldi. Jack ve rakı vazgeçilmezlerim oldu. Alkole özendirmek gibi olmasın ama Jack'i deneyin bence.

Öyle yani. Büyüyorum hala. Sanki hiç bitmeyecekmiş ve hep değişecekmiş gibi…

Bana bir masal, baba bir masal...!

İnsan bilmediği bir şeyi özler mi? Ben seni özlüyorum baba.
Keşke olsaydın da, annem beni her savunduğunda ‘bak işte senin kızın’ deseydin.
Yanımda olsaydın da, bir şey istemek için en tatlı sesimle ‘babacıııııım’ dediğimde ‘söyle yine ne istiyorsun?’ deyip hevesimi kursağımda bıraksaydın.
Salonda oturup sadece tv izleseydin de, ben sadece aynı evde olduğumuz için bile güven duysaydım.
Hayatımda olsaydın da ‘baba’ kelimesi ağzımdan çıktığında ilk defa söylediğim yabancı bir kelime gibi tınlamasaydı kulağımda, öyle yabancı.
Babam olsaydın da, birlikte olduğum adamı merak edip anneme sorsaydın. Her dışarı çıktığımda imalı imalı baksaydın bana.
Başkalarında aramazdım seni o zaman baba. Sevdiğim adamlara kocaman anlamlar yüklemek zorunda kalmazdım. Kendi kıymetimi bilirdim, iki gram şefkat gördüğüm adamlara ölümüne sarılmazdım.
Korkularımdan kaçmazdım o zaman be baba. Senin korkusuz, gururlu ve asil kızın olarak kalırdım. En sevmediğin değil, en sevdiğin huylarını alırdım belki o zaman.
Bazen düşünüyorum da, keşke ölseydin diyorum, en azından bedenen varken aslında hiç yokmuş gibi olmazdın. Sonra öldüğünü düşününce bile içim acıyor, aslında benim için hiç yokken sen.
Olsaydın belki de, bütün kalp kırıklıklarımı sana yüklemezdim.
Hayat çok garip, boşluklar falan baba.
Bana bir masal bile anlatmadın baba. Ben bu yüzden hayatım boyunca hiç hayal kuramadım.
Senin yüzünden baba, hepsi senin yüzünden.


Düşündüm.


En sevdiğin şarkıları bana hiç söylemedin, onları hep başka yerlerden öğrendim.

En sevdiğin şeyleri bana hiç anlatmadın mesela, belki de ben fırsat vermedim.

Hayallerinden bahsetmedin ki bana hiç, bir kez olsun anlatmadın.

Benimle bir yerlere gitmeyi düşündün mü? Belki de bana hiç bahsetmedin.

Bunca zaman oldu, bana gerçekten kaç kez dokundun bi düşünsene. Gözlerimin içine bakıp ‘ben seni gerçekten çok seviyorum’ dedin mi hiç? Demedin.

Konuşacak çok da bir şey yok aslında...!

16 Haziran 2012 Cumartesi

Neden bitti biliyor musun?

Neden bitti biliyor musun? İnanmaya gücüm kalmadığı için bitti. İncittiğin yerler daha geçmedi diye bitti. Senden vazgeçmem sandığın için bitti. Uğruna gösterdiğim sabrı anlamadığın için bitti. Zerre kadar değişmeyeceğin için bitti. "Seviyorum" dediğin, Ama sevginin uğruna hiçbir şey yapmayacağını gördüğüm için bitti...

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Adele - Rolling In The Deep


kışlar asla kalıcı değildir...!

Unutmayın, yaşam ard arda gelen mevsimlerden oluşur. Her insan mükemmel yazların ihtişamına ulaşmak için birkaç şiddetli kışa katlanmak zorundadır. Ve unutmamak gerekir ki, kışlar asla kalıcı değildir...!

bakalım ayakta durabiliyor musun hala?

Benim hayatımı yargılamak istiyorsan eğer, önce benim ayakkabılarımı giy, benim yürüdüğüm yollarda, sokaklarda, yürü, Sonra yaşadığım üzüntüleri, sevinci, acıyı hisset. Yıllarca aldığım hayat dersini sende al, ayağıma takılan her taşın üzerinden tökezle, düştüğünde tekrar ayağa kalk ve yola devam et! Sırf benim yaşadıklarımı yaşa..Hala beni yargılamak istersen, buyur o zaman söz hakkı senindir...!!!

16 Mayıs 2012 Çarşamba

!

Böylesine güzel cümleleri senin gibi sığ bir adamda harcadığım için, kendimden utanıyorum...!

...

Sonra bir gece anladım ki Rapunzel bendim.. Ama artık ne kuleden uzatacağım uzun saçlarım nede şarkı söyleyeceğim bir prensim vardı.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

çikolata

Seni yemiyor, seni içmiyorsam bu senden vazgeçtim demek değildir ÇİKOLATA! ;)

Üşüyorum..

Uyandım. Adımız ayrılık listelerinde vardı. Şaşırmadım aslında ne bekliyordum ki zaten! İkinci defa hayal kırıklığına uğratmış olamanın nesi şaşırtıcı olabilirdi ki? Hayır üzülmedim, insan beklemediği şeyler karşısında üzülürmüş, yada öyle biliniyormuş..senden önce bütün klişelere inanıyordum..evet birde bu oldu! Senden önce senden sonra diye bir ayrım başladı hayatımda… sanki çok gerekliymiş gibi. Klişeler, senden önce senden sonralar falanlar filanlar! Evet bende o aptal aşıklar kervanına katıldım yeniden!
Tek başına olan hayatıma biz olarak devam edemediğimizi fark ettiğimden beri, bütün klişelerin mına koyım dedim ve bıraktım onlara da inanmayı, tıpkı sana inanmayı bıraktığım gibi.  Mucize için kısa bir zamandı oysa bizim ki..ben kırmızı karın yağdığını görmek istedim bir mucizeyi..sen ise cahil cesaretini gösterdin bana!
Masum değilim, hiç aksini de iddia etmedim zaten. Hiçbir günahın bedeli bu kadar can acıtı olmamalı ! Öyle bir acı ki bu içimdeki çocuğu bile öldürdü..katilsin sevgili, katiliz.
Bak yine saat 3 oldu…en aptal aşk filmlerini izleyip ağladım. Güldüm de ama. Bizi hatırladım.
Uyumuyorsun sende biliyorum. Aynı şehrin gündüzüne, ayrı uyanıyoruz her sabah! Kalbim sıkışıyor. Derin bir sessizliğim var beni bile korkutan.
Ayaklarım yine çıplak. Üşüyorum...
16 Aralık 2010

...

Değer, değmeyen birine gösterilince ; sadece değer geçer...!

selam olsun..

Bu gecenin rengi seçildi; rakı beyazı. Tüm balıklara selam ederim...!

Nasılsın? - Bıraktığın gibiyim!

gezdim tozdum en çok, dört bir yanda mutluluğu ve huzuru aradım durdum! Sonra içime döndüm, bir an dışıma taştım yinede hiç bir şeyin değişmediğini fark ettim. Çok uzun sustum, çok uzun kahkaha attım, çok uzun tepkisiz kaldım ama hiç ağlamadım, ağlayamadım.
sonra atalarıma ve sözlerine hak verdim ; eşek aynı eşekse semerinin değişmesinin bir anlamı yoktur. Sen benim içimdeyken ne yaparsam yapayım tamamlanmıyorum.

“Nasılsın?” sorusunun “Bıraktığın gibiyim” cevabının açıklamasını okudun.!

Ya sen nasılsın? 

bazı...

bazı aşklar çok uzun sürer, bazı geceler sadece içilir, bazı şarkılar dinlenilmez yaşanır, bazı yazılar uzun ama sıkıcı değildir…

bazı bazı “sen” olursun, sonra şarkı biter “biz” gideriz...!

Rod Stewart - Sailing

Adele - Someone Like You

Adele - Someone Like You (Official Music Video).mp4

bir bilsen


daha neleri öldürdüm seninle beraber ah bir bilsen.
inancı, özlemeyi, sevişmeyi, sevmeyi, güzel olmayı, hissetmeyi..
en kötü bedduaları bile etmiyorum sana çünkü biliyorum ki; hiç bir şey şuanda olduğun halden daha iğrenç bi hale getiremez.
bütün iyi dileklerim seninle, belki iyi olursun diye.

” tacımı başkasına taktın sevgilim ama prenses hala benim”


bu gece bütün sokakları ezberledim ve en aşksız yere taşıyorum kendimi.. 
herkes eğleniyor burada, herkes kendine müzikten bir şato kurmuş.. içi boş şık bakışmalar sarkıyor camlardan.. birileri tek bir öpüşe, prenseslik vaadediyor sevgiline; olmaz diyorum başka dudaklarda..can yakamıyorum , sadece canım yanıyor.. 
” tacımı başkasına taktın sevgilim ama prenses hala benim” demek istiyorum sana;  diyemiyorum.. 
sadece su içip, dans ediyorum.. 
senin gözlerinle baktım kendime bu gece, burnumu senin koluna sildim, senin sesinle çığlık attım tepeden denize.. eve senin adımlarınla geldim.. 
yüzüm alev alev yanıyor.. kalp atışlarımı ölçtü annem.. ” çok fazla” dedi.. 
”sen hiç iki kalp taşıdın mı?” dedim.. 
sustuk...!

7 Mayıs 2012 Pazartesi

DOSTLUĞUN ÖNEMİ



İki vücutta tek vücut olabilmek gibidir dostluk… Her daim dostun yanında olmak, onu korumak üzüldüğünde onunla üzülmek, sevindiğinde onunla sevinmektir.
Hayatımız boyunca birçok ortamda bulunur, birçok insanla tanışırız. Tanıştığımız insanlar arasında birisine o kadar çok güveniriz ki o insanla her şeyimizi paylaşır, üzüldüğümüzde hemen o aklımıza gelir ve ona dertlerimizi anlatırız… Tanıdığımız birçok kişinin arasında bir çiçek gibi açar dostumuz… Bazen bazılarını dost zannedip hayal kırıklığına uğrayabiliriz ama bu hayal kırıklıkları bizim hayattaki tecrübelerimizi oluşturur. Her insanın hayatında çok güvendiği bir dostu vardır… İnsanlar bunun bazen geç olsa bile farkına varır.
Dostluk her şeye rağmen bir insanı sevebilmektir, onun yanında olabilmek değil gittiğiniz yerde onu dualarınızla koruyabilmektir.
Hatasız kul olmaz. Dostumuzu onun dış görünüşüne önem vermeden sevmeliyiz, aynı zamanda o da sizi siz olduğunuz için sevmelidir. 
Bazen ailemizle paylaşmadığımız şeyleri bile dostlarımızla paylaşırız… Bazen üst üste o kadar kötü olaylarla karşılaşırız ki bir insanın omzunda ağlamaya, sevgiye desteğe o kadar çok ihtiyacımız olur ki kendimizi yapayalnız hissederiz… Düşünsenize dostlarımız olmasaydı bu durumda neler yapabilirdik… Sevgimiz olmasaydı, insanları sevemeseydik, bizi sevenler olmasaydı kişiliğimiz hayatımızın ne zevki olurdu?
Dünyada herkes bir toplum içinde birlikte yaşar, Doktorun kasaba ihtiyacı olduğu gibi kasabın da doktora ihtiyacı vardır… Biz gençler için de bu yaşlarımızda dostluk çok önemlidir… Bu yüzden dostlarımızın kıymetini bilelim.

12 Nisan 2012 Perşembe

SUSARIM...

Ben yaşadıklarımın hiçbirini unutmam.
Ama evet! yeri gelir susarım.
Canımı çok yakan şeyler olur ama... yine de susarım, tükenirim.
Buna izin de veririm aslında. Salaklığımdan mı? Hayır!
Ben kimseye "GiT" de demem, diyemem.
O kişi vazgeçilmez olduğundan mı? Hayır.
Ona o kadar şeye rağmen, o kadar değer veririm ki, hergün yaptıklarına utansın diye...
Ama bir gün öyle bir giderim ki;
Kaybedeceğim hiçbir şey olmaz!

9 Nisan 2012 Pazartesi

yonca bahçesi...

Rüyamda kendimi yonca bahçesinde koşarken gördüm.
Çocukluğuma geri dönmek istedim, saçımı ördüm.
Ne yük vardı omuzlarımda, ne derdim oyundan başka,
Ne kadar güzeldi çocukluğum aslında; çocuktum, hürdüm.
Büyüdükçe kendime duvarlar ördüm,
O kadar yoruldum ki bazen durmadım yürüdüm.
Hiçbir kalpte kalamam içinde iyilik yoksa,
Beklemeden giderim kalbim git diyorsa.
Ben küsmem hayata başkaları küsüyorsa,
Bir gün ışıklar bana da yanacak nasıl olsa...!

4 Nisan 2012 Çarşamba

Haklı zordur benim qibi kadınları sevmek...



Haklı, zordur benim gibi kadınları sevmek! Hangi taşı sıksa suyunu çıkartabilen kadınlarız biz. Kimseye eyvallahımız da yok, aminimiz de!

Doğru; zordur benim gibi kadınları sevmek çünkü seviyormuş gibi yapamazsın, kandıramazsın. Sevdanın da, acının da, ihtirasın da, tutkunun da en dibini, en yükseğini yaşamış bir kadını, hangi duygunla elinde tutacaksın? Haklısın arkadaşım, sen de haklısın; zordur benim gibi kadınları sevmek!

Kendi yalanını ayağına dolaştıracak, daha sen kapıdan çıkarken akşam ne yapacağını anlayacak, bir adım sonrasını tahmin edip söylemeden yapacak…

Zordur benim gibi kadınları sevmek çünkü oturduğun yerden televizyonda kanal değiştirir gibi yönetemezsin, ezemezsin, diş geçiremezsin. O istemedikçe başını önüne eğemez, susturup, laf dinletemezsin. Açığını, eksiğini yakalar, canı isterse vurur suratına seni bozar.

Zordur benim gibi kadınları sevmek çünkü kavanoz kapağı açmak için sana ihtiyaç duymayız. Ampulü de kendimiz takarız, çamaşır makinesinin giderini de kendimiz bağlarız. Kamyonun geçebileceği mesafeden küçücük arabamızla nasıl geçeceğiz diye trafiği birbirine katmayız; bayan diye bizi sıkıştırmak isteyen şoförün üstüne sürer, altta kalmayız. Yalandan yere erkeğe ihtiyacımız varmış gibi davranmayız.

Haklısın zordur benim gibi kadınları sevmek çünkü biz gerçekten kadın gibi kadınız, yanımızda, kolumuzda yakışanı ararız. Dilimize bazen küfür yerleşir, bazen kahkaha, onu bile kendimize yakıştırırız; hiç avama kaçmayız.

Haklısın, zordur benim gibi kadınları sevmek çünkü hem mangalda, hem tartıda, hem çarşıda adam gibi durmayı, adam olmayı, adam gibi sahiplenip sevmeyi gerektirir böyle kadınlarla yaşayabilmek.

2 Nisan 2012 Pazartesi

Mükemmel kadın...

Mükemmel kadının varacağı son nokta, mutsuz kadındır.Hayatını başkalarına adayan ve sadece etrafındakiler için yaşayan bir kadın, mutlu olamaz. İnsanlar rahata çabuk alışır. Hayatınızdaki insanların görevlerini üstlenerek, onlara yapacak iş bırakmadığınızda, sizi daha fazla takdir edip sevmezler. Aksine, bir müddet sonra yaptıklarınızın göreviniz olduğunu düşünüp, hesap sorarlar. Çocuğunuzun resim ödevlerini yaparak, eşinizin tamir etmesi gereken musluğu tamir ederek, iyi bir iş yapmış olmazsınız. İlişkilerinizde karşı tarafa yapacak bir şey bırakmazsanız, hem onların gelişimini engellersiniz, hem paylaşımı ortadan kaldırırsınız. Her insanın takdir edilmeye ve kendini önemli hissetmeye ihtiyacı vardır. Onların da elinden bu zevki aldığınızda, kendilerini başka yerlerde var etmelerine sebep olursunuz.Mükemmel kadın, kendinden vazgeçen kadındır.Başkaları için yaşamak, kendi ihtiyaçlarından vazgeçmek, onların sevdiği şeyleri yapmak, gereksiz taviz ve fedakarlıkta bulunmak, tahmin ettiğiniz gibi takdir toplamaz. Sizi kişiliksiz ve değersiz kılar. Kıymetiniz bilinmez.Mükemmel kadın olmaya çalışırken, etrafınızdakileri de mükemmelleştirmeye çalıştığınızı fark etmezsiniz. Onların hatalarını düzeltmek, onları eğitmeye çalışmak, her alanda boşluk doldurmak, karşı tarafı da yok saymak anlamına gelir. Çevrenizdekilerin var olma çabasına, yanlış yaparak öğrenme isteğine karşı durmak demektir. Eşiniz, çocuğunuz, akrabalarınız ve hatta dostlarınız bile zamanla sizden uzaklaşacaktır.Her konuda iyi olmayın, insan mükemmel olmayan bir canlıdır. Mükemmellik yaşamın keyfinden ve birlikte olacağınız insanların hayatlarından çalınmış, nafile bir uğraştır. Mükemmellik insana ait değildir. Kendinizi değersiz kılmanın ve mutlak mutsuzluğa yürümenin yoludur.Kendinizi olduğu haliyle sevmeyi öğrenin.Bırakın, içinizdeki eksik ve hatalı yanlar ortaya çıksın. Siz mükemmelliği yakalamaya çalışırken hayat akıp gidecektir. Yaşamınızın sonlarında mükemmel ama yalnız bir kadın olmak istemiyorsanız kusursuz hayat düşünden kurtulun. Eksikleriniz ve yanlışlarınızla kendinizi sevin. Siz kendinizi değerli kılmaz ve sevmezseniz başkalarından bunu bekleyemezsiniz. Kendinize taktığınız prangalardan kurtulmanız umuduyla..

Andy Rooney der ki...

" Yasim ilerledikce, en cok otuz yasini asmis bayanlara deger vermeye basladim...." İste bunun sebeplerinden bir kaçı: Otuz yasini gecmis bir kadin asla sizi gecenin bir yarisi uyandirip "ne dusunuyorsun?" diye sormaz....... Umurunda... degildir cunku ne dusundugunuz. Otuzunu asmis bir kadin TV deki maci seyretmek istemiyorsa, soylene soylene TV 'nin karsisinda yaninizda oturmaz....... Yapmak istedigi bir seyi yapar. Ve bu genellikle daha enteresan birseydir. Otuz yasini asmis bir kadin kendini yeterince iyi tanir ve kendinden emindir... Kim oldugunu, ne oldugunu, ne istedigini, ve kimden istedigini bilir. Otuzunu asmis cok az kadin onun hakkinda ya da yaptiklari hakkinda ne dusundugunuzu onemser. Otuz yas ustu kadin cogunlukla buyuk asklara, omur boyu surecek bagliliklara doymustur. Hayatinda en son ihtiyaci oldugu sey bir baska miz miz, devamli soylenen, ne yapacagina karisan, yapiskan bir asiktir. Otuzunu asmis kadin, agirbaslidir.Bir operanin ortasinda ya da pahali bir restoranda sizinle ciglik cigliga kavga etmesi cok nadirdir... Ha tabi hakettiyseniz, sizi vururken de hic tereddut etmez, sonuclarina katlanmayi da planlayarak... Otuzunu asmis kadin ovguler yagdirmakta cok bonkordur, cogu hak edilmemis bile olsa..... cunku takdir edilmemenin ne oldugunu iyi bilir. Otuzunu asmis kadin sizi bayan arkadaslariyla rahatlikla tanistiracak kadar kendine guvenir...... Daha genc bir kadin, en iyi arkadasini bile gormezlikten gelebilir, yanindaki adama guvenmedigi icin. Otuz yasin ustundeki kadin sizin onun arkadasina ilgi duymanizi hic sallamaz..... arkadasinin onun aldatmayacagini bilir. Kadinlar yaslari ilerledikce medyumlasirlar. Ona gunah cikarmaniza Hic gerek yoktur..... Onlar her haltinizi bilirler. Otuz yasini asmis bir kadin Kipkirmizi bir ruj surdugunde bu ona cok yakisir. Ama daha genc kadinlarda boyle degildir. Cig durur..... Otuz ustu kadinlar aciksozlu, dogrucu ve durustturler...... Onun icin ne anlam tasidiginizi merak etmenize gerek yoktur....... Ne kadar geri zekali oldugunuzu bir cirpida acik acik soyleyiverir....... eger bir geri zekali gibi davrandiysaniz.!

30 Mart 2012 Cuma

SADECE VAZGEÇMEYİ BİLDİM..

Asla sevmediğim birine seni seviyorum demedim,
Ya da asla birini severken karşılığını beklemedim.
Dostluğuma değer biçmedim,sevgime ise hiçbir zaman sınır çizmedim.
Sevdiysem sonuna kadar gittim, bitirdiysem öldürse de hasreti geriye dönmedim.
Bazen çok kırıldım, bazen belki de kırdım.
Ama hata insana mahsustur dedim.
Affettim, af diledim.
Kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yinede affettim.
Onlar belki beni saflıkla yargıladılar.
Belki de içten içe sinsice güldüler.
Ama asıl unuttukları şuydu;
Ben aldanmadım..!
Aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar.
Bir insan kaybının ne olduğu bilemedikleri için,
Kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için.
Oysa ben hiç insan kaybetmedim.
Sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim o kadar..

CAN YÜCEL

28 Mart 2012 Çarşamba

Ben büyümesine büyüdüm de....

Galiba büyümeyi fazla abarttım anne!
Becerikli bir çocuk olduğumu söylerdin.
Hala öyleyim!
Oyuncaklarımı dağıtmıyor,
kırmıyor,yaramazlık yapmıyorum.
Bu aralar büyümekle uğraşıyorum.

Ne zormuş be anne.
İnsanlığın var olduğu hayat denen bir şehirde yaşıyorum.
Seninle yaşadığımız gibi bir yer değil burası.
Öyle canını yakıyorlar ki;
üşüyecek soğuk bulamıyorsun.
Açta kalmıyorsun.
Bir sürü yalan veriyorlar önüne doyuyorsun.
Giyicekten yanada sıkıntı yok.
İhanet denen fiyakalı bir elbise var.
Buralarda çok moda,
bir giydiriyorlar,
bir daha çıkarmıyorsun üzerinden...

İşsiz de kalmıyorsun.
Aşk var burada!
İşçiliği çok ağır.
Sevgi tokluğuna çalışıyoruz işte.
Emeğimizin karşılığını hiç geçiktirmiyorlar.
Düzenli ayrılık alıyoruz.
İşçiliği ağır dedim ama,
işveren öyle demiyor.
Ne yapıyor sunuz ki?
"Gözlerine bakıyor,
saçlarını okşuyor,
ellerinde kilitleniyor,
omzuna yaslanıyor,
göğüs kafesinde sabahlıyor,
yemeden içmeden kesiliyor sunuz."
Bu kadarcık şey için değer mi bekliyor sunuz?
Diyor...

Neyse anne dedim ya.
Sevgi tokluğuna çalışıyoruz işte.
Buralar böyle!
Anlatacak pekte bir şey yok.
Sakın sen ordaki düzenimizi bozma.
Olurda hayata tutunamazsam,
dönerim geri!
Çocukluğumu verme kimselere,
döndüğümde başımı sokacak bir yerim olsun.
Iki kırık oyuncak,bir şekerim olsa yeter.

Kısa keseyim üzülüyorsun biliyorum.
Sana "ben ne zaman büyüyeceğim?"demiştim hatırlıyor musun?
Sahi unutmuş olabilirsin değil mi annem?
Neyse son bir sorum olacak anne.
Ben büyümesine büyüdüm de,
ne zaman öleceğim?...

27 Mart 2012 Salı

Gökhan Tepe - Söz (Yeni 2011)

Rafet El Roman - Senden Sonra (2012)

güçlü kadın...

''Güçlü kadın hikayesi hep yalandı. Hiçbir kız çocuğu güçlü kadın olmak için doğmaz. Hepsi masum hayaller kuran, şımarık birer prensese benzerler. Kaderdir onları cadı, fettan ya da güçlü kadın yapan. Tutulmamış sözler, yarım kalmış kaderler, yaşanmamış mutluluklar, ölümler, ayrılıklar güç verirmiş insana. Kurulan hayaller iskambil kağıtlarından kule gibi yıkıldığında, ezilmemek için o enkazın altında, güç veriyor Allah insana. Annem güçlü kadındı. Ben o güce hayrandım. Bir gün bir kızım olursa güçlü kadın değil, mutlu kadın olmasını dilerim"

15 Mart 2012 Perşembe

Bazen

Bazen '' Bir Yere '' Kaçmak İstemezsin, Yalnızca Gitmektir İstediğin. Gitmek,arınmaktır Böyle Zamanlarda..Yola Devam Etmek İçin Tekrar Rüzgarla Doldurmaktır Yelkenlerini... O Kimsenin Görmediği, İnce İnce Sızlatıp Battıkça Kanatan Kırılmış Parçalarını, Usulca Ayıklamaktır Teninden... Gitmelerine Mani Olma..! Ara Sira Gitmek Lazım; '' Kendinden Kaçmak '' Değil De, '' Kendine Kaçmak '' İçin..!!

14 Mart 2012 Çarşamba

Birinin kadını olmak istiyorum!

Başka hiç kimse tarafından dokunulmamak, konuşulmamak, bakılmamak hatta!

Biraz korunmak, biraz şımarmak… Bir kaç çeşit yemek yapmak, İstiklal caddesinde sıkı sıkı elini tutmak, belki film izlemek ama mutlaka çekirdek çitlemek, bi yerlerde çay içmek, Pazar sabahı kahvaltısı etmek uzun uzun, sahilde yürüyüş yapmak gibi küçük ama zor heveslerim var! Neden mi? Herkesin eli tutulmaz, herkesle film seyredilmez, herkesle çekirdek çitlenmez, herkesin kadını olunmaz da o yüzden! İçinden gelmeli… Hücrelerine kadar hissetmeli, dna”larına kadar bilmeli insan! Düşünerek emin olunmaz, bir anda ya olunur ya olunmaz. Bir de şu yakın geçmiş duvarları olmasa, kafa da hiç karışmaz ya, olsun! Oysa bazen tek bir söze ya da bir bakışa yıkılır bütün duvarlar…

Kek yapmayı da öğrenmek lazım aslında bi ara! Sabahları uyandığımda günaydın sevgilim mesajları görmek istiyorum telefonumda. Gün içinde özlediğim birisi olsun istiyorum. Özlemek istiyorum birini. Çok özlersem dayanamayıp gidip sarılmak istiyorum. Dayanamamak istiyorum!

Çalışırken, düşünmek istiyorum sonra onu! Aklımda olduğu için gülümsemek istiyorum ara ara… Gülümsediğim için daha çok çalışmak… Birini sevmek istiyorum; hiç kimseyi sevmediğim gibi, biri sevsin istiyorum beni, hiç sevilmediğim gibi… Biri o kadar çok sevsin ki beni, hatalarımı da sevsin istiyorum!

O kadar çok sevsin ki; hata yapmaktan ödüm kopsun! Kıskansın istiyorum biri beni! Sorsun istiyorum neredesin” diye, “Hımm kim aradı bakayım” diye! Ben sormam ama, korkmasın O sorsun! Biliyo musun ne oldu ? ile başlayan heyecanlı cümlelerimin sonuna kadar tahammül etsin istiyorum biri bana. Mutlaka ipe sapa gelmez bir şey olmuştur ama dinlesin sonuna kadar. Ya bi yavru kedi macerası ya da işte ona benzer bir şeyler olmuştur. Ben de her seferinde sanki bahçeyi kazmışımda hazine bulmuşum gibi heyecanla ve öneminin üzerine basa basa anlatırım ya, dinlesin işte. “

Ya, evet, çok mühim bir şeyler olmuş” falan desin bi de sonunda… Şimdi ben istesem İstiklal caddesinde birinin elini tutup gezemem mi? İstesem benimle birlikte çekirdek çitleyip aynı anda film seyretmeyi de başarabilecek birini bulamam mı bi arasam? Şimdi ben yalnız olmak istemesem, yalnız olur ve bunları da yazıyor olurmuydum? Hiç sanmam! Birinin elini tutmakla, birinin elini, sıkı sıkı tutmak arasında çok fark var! Ya tutarsın ya da tutmazsın ya da, tutmuş gibi yaparsın işte. Ben yapmam! Bunu zaten bilirsin. Kimin elini tutacağını yani. Deneyerek bulmazsın. Sadece bilirsin.

Bilmek! Açıklaması yok. Ve ben elini sıkı sıkı tutmayacağımı bildiğim hiç kimseyle İstiklal caddesine gitmeyeceğim!

Heyecanla ve özene bezene olmadıktan sonra kimseye yemek yapmayacağım! Repliklerin bir anlamı yoksa, kimseyle film seyretmeyeceğim. Zaten çekirdeği unutsun bile, asla olmaz! Birinin kadını olmak istiyor canım; biraz korunmak, biraz şımarmak…

Çekirdek mutlaka olsun!

Sevmek mi Sevilmek mi?

Bundan kısa bir zaman önce okuduğum bir metini sizinle paylaşmak isterim….

Tasavvuf yoluna baş koymuş bir zaata sormuşlar.
” Efendim sevilmekmi daha iyidir yoksa sevmekmi”
O zaat söyle cevap verir: Sevmek… Çünkü sevildiğinden asla emin olamassın !

Sevdiğinizden emin olmanız dileğiyle..

13 Mart 2012 Salı



Canı yanması gereken insanlar var.!

"Canı yanması gereken insanlar var.Hâlâ etraflıca gülmeleri,mutlu olmaları sinir bozucu.Fazla hümanistliğe gerek yok hayatta,canları yanmalı!"

aşk İstanbul'da; istanbul aşktadır..

İstanbul aşktan ötedir be gülüm o bir kara sevdadır.. ;) 
İstanbul böyle hırçın
böyle kıskanç
böyle deli
çıldırır kaybeder kendini
görmeye görsün kendinden bir güzelini
anladım
İstanbul'da aşk başkadır
ve her aşk İstanbul tadındadır
hatta her aşık İstanbul'da en genç yaştadır
çünkü aşk İstanbul'da; istanbul aşktadır
ki ondandır her güzel aşk
İstanbul'da yaşanmaktadır..

İzmir aşkı bambaşka..

İzmir candır aşkdır..izmir; gavurdur, gevrektir, şendir, dişidir. peki bunca sevmek nedendir, onu da ben söleyim, hasrettendir. dön bak şimdi kim övmüşse İzmir'i, artık orada değildir, göçüp gitmiştir ve özlemektedir; belki şehri, belki de şehirde geçirdiği gençliğini, yaşadığı en heyecanlı günlerini. işte sırf bu yüzdendir, uzaktaki herkesin İzmir diye yanıp bitmesi, yanıp bitip de toplayıp pılıpırtı ilk fırsatta dönmemesi...

Üzülme, der Mevlana ve devam eder:

Bir yandan korku, bir yandan ümidin varsa, iki kanatlı olursun, tek kanatla uçulmaz zaten. Sopayla kilime vuranın gayesi kilimi dövmek değil, kilimin tozunu almaktır. Allah sana sıkıntı vermekle tozunu, kirini alır. Niye kederlenirsin? Taş taşlıktan geçmedikçe parmaklara yüzük olamaz. Yüzük olmayı dileyen taş, ezilmeyi yontulmayı göze almalıdır...!

İnsan...

İnsanı anlamasını beklemek kadar,
Boşa harcanmış başka bir zaman dilimi daha yoktur hayatlarımızda.
Bu yüzden savunmasız ve silik yaşıyoruz.
Bu yüzden renk cümbüşü küçük dünyalarımız.
Devler yarattık.
İşte bu yüzden
Küçüldü umutlarımız...

Dinle Sevgili bu son sözlerimdir sana...


Bir vazgeçiş öyküsü bu..
Dinle!
Sevgilim..

Canını canıma kattığım senden,
Uğrunda herşeyi hiç yapabileceğim senden,
Vazgeçiyorum............
Varlığımı zorlayan bu oyundan yoruldum !
Seni özlemekten..
Yokken varsaymaktan..
Esirin olmaktan..
Hayal etmekten..
Yaşanmamış saymaktan..
Var gibi görmekten..
Yok gibi yaşamaktan..
Yoruldum!!

Öyle bir labirent ki bu, bilmeden kendimi içine hapsettiğim..
Bir vazgeçiş öyküsü bu..
Dinle!
Sevgilim..

Yokken varettiğim,
Olmayan varlığı ile kendimi büyülediğim,
Haddinden abartılı önemsediğim,
Büyüttükçe büyüklüğünden korktuğum bu sevginin sahibi senden..
Vazgeçiyorum!
Gerçek bildiğim, hissettiğim için inandığım, inandığım için doğru saydığım herşeyden..
Beni ben yapan duygularımdan..
Seni benim sayan bütün düşüncelerimden..
Bir çırpıda hemen, Vazgeçiyorum..
Zaman şimdiki zaman..
Ve sen artık hep
Benim geçmişte kalan;  yaram...................

Robbie Williams - ''My Way'' (Live Subtitulado)

Frank Sinatra My Way

Sting - Shape of my Heart

diyorlar...

Üzülüyorsun,takma diyorlar.
Kızıyorsun,değmez diyorlar.
Boşveriyorsun;gamsız diyorlar.
Susuyorsun,iki çift laf et diyorlar.
Konuşuyorsun,muhatap olma diyorlar.
Çekip gidiyorsun, mücadele et diyorlar.
Alttan alıyorsun,tepene çıkardın diyorlar.
Bağırıyorsun,sakin ol diyorlar.
Aklı başında davranıyorsun,bu kadar uslu olunmaz diyorlar.
Dikine gidiyorsun,yaşına başına yakışmaz diyorlar.
Olsun be bize bu hayatta herseyin en güzeli yakışır..!!

12 Mart 2012 Pazartesi

Yaşamak Yürek İster

Yaşamak yürek ister; belki de bu yüzden dünyaya gelenlerin çok azı yaşar. Çoğunluğu yalnızca yaşadığı günü kurtarır, var olmakla yetinir ve kendi varlığı altında ezildikçe ezilir. Değiştiremeyeceği gerçekleri olduğu gibi kabul etmek ve bu değişmezlikten kendine yeni bir yaşam sevinci yaratmak da yürek ister; değiştirebileceğini değiştirmeye çalışmak da. Sanıldığı gibi insanı korkutan; dünya, zorluklar, yaşam koşulları ya da başkaları değildir. İnsan en çokkendisinden korkar; kendi duygularından, kendi güçsüzlüklerinden, kendi zaaflarından, kendi acılarından, kendi coşkularından ürker. Yaşama her dokunuşunda, duygularının alevlenip kendisini yakacağından çekinir. Onun için kaçar yaşamdan, aşktan kaçar, öfkeden, hareketten, sevinçten, kendisinden kaçar. Korku yüzünden yaşanamamış bir yaşamı ellerinde taşımaktan yorularak, kendisine uydurduğu bin bir türlü mazeretle yaşama arkasını dönmeye, gizlenmeye uğraşıp, gizliden gizliye yok olmaya çabalar.
Korku kendine acımayı getirir; kendini zavallılaştırmaya başlar yaşamdan korktukça. Yaşamla yüz yüze gelmektense ağır ağır erimeyi tercih eder. Korktukça azalır gücü; korkuyla yaralanan bedeni artık en küçük bir dokunuşta acıyla inler. Her acıda korkusu biraz daha artar ve girdap gibi çeker içine güçsüzlük onu. Kendi korkusuna kalkıp kader der sonra, korkuyu değiştirilmez bir gerçek, alnına yazılmış bir yazgı olarak görür. Yeni bir aşkın düşüncesi bile titretir onu. Kalabalıktan korktuğu kadar yalnızlıktan da korkar. Hayatın hiçbir haline dayanamaz durumlara gelir. Sırtında yaşayamadığı hayatı, önünde yaşanacak günleriyle, kendi geçmişiyle geleceği arasında sıkışır kalır artık.
Kendi duygularıyla kuşatılır; döndüğü her yanda bir düşman gibi kendi duyguları çıkar karşısına. Şu yana dönse orada bir mutluluk vardır ama o mutluluğu değil mutluluğun arkasında gölgesi sezilen acıyı görür. Bu yana döndüğünde bir isyanın şevki vardır ama o isyanın çekiciliğini değil o isyan için ödenecek bedelin ağırlığının fark eder. Beri yanında bir aşk bekler onu ama o aşkın arkasından gelebilecek terk edilme ihtimaline diker gözlerini. Her kıpırtıyla örselenebileceğinden çekindiği için kıpırdayamaz bile yerinden; yaşama yaklaşabilmek için bir tek adım bile atmaya yetmez cesareti.
Ona sevinci gösterseniz; “ya sonra” diye sorar! Aşkı gösterseniz, gene ayni sorudur onun aklini kurcalayan; “ya sonra”! Öfke, coşku, dostluk, sevişme, başkaldırı, direnme hep aynı soruyu sürükler peşinden; “ya sonra”. Bilinmeyen bir “ya sonra” için bilinenlerin hepsini ıskalamayı kabullenir. Ama ne garip, duygularından, yaşanacakların sonrasından korkanlar, acıdan sakınanlar çeker en büyük acıyı. Yaşanmamış bütün duyguları zehirli sarmaşıklar gibi boy atıp ruhlarına dolanır. “Sonrası umurumda bile değil” deyip yaşamla kucak kucağa gelenlerden çok daha fazla yarayı yaşayamadıkları için alırlar. Yakınıp dururlar; çektikleri acılardan söz ederler. Acıyı da çekerler gerçekten ama acıdan korktukları için bunca acıyı çektiklerini görmezler bir türlü. Yaşamanın cesaret istediğini fark edemezler. Onun için çok az insan yaşar; çoğunluk yalnızca gününü kurtarır. Yaşanmamış günlerin altında inleyen çaresiz bir köle gibi yitik bir hayatı taşır güçsüz omuzlarında.
Kendi gerçeklerimiz, kendi duygularımızdır bizi böylesine ürküten; çatal diliyle tıslayan bir yılan görmüş tavşan gibi kendi kendimizi hareketsiz bırakan. Ve ne kadar çok korkarsanız, korkunuz o kadar artar. Ne kadar yaşarsanız, cesaretiniz o ölçüde bilenir. Yaşayamıyorsanız eğer, bu başkalarından dolayı değildir. Sizi güçsüzleştiren, sizi çaresizleştiren, sizi isyanlardan alıkoyan, değiştiremeyeceklerinizi kabul etmenize engel olan, değiştirebileceklerinizin üstüne gitmenize izin vermeyen, sizi yaşatmayan, sizin kendi korkularınızdır.

KADINLAR NEDEN AĞLAR ?

 
Küçük bir erkek çocuk annesine sordu,- "Niçin ağlıyorsun ?" 
- "Çünkü ben kadınım" diye cevapladı ann...esi.- "Anlamadım !" dedi çocuk.Annesi çocuğunu kucaklayıp,- "Ve hiç bir zaman da anlayamayacaksın!" dedi.Çocuk bu sefer babasına,- "Baba, annem niçin ağlıyor ?" diye sordu.Babanın cevabı, 
- "Bütün kadınlar sebebsiz ağlayabilen yapıdadır" şeklinde oldu. 
Küçük oğlan büyüdü, yetişkin adam oldu, ve hala kadınların niçin ağladıklarını keşfedemedi.Nihayet öldükten sonra cennete gittiginde Allah'a sordu.- "Allahım !" dedi "Kadınlar niçin bu kadar kolay ağlayabiliyorlar ?" 
Allah dedi ki... 
- "Ben kadınları özel yarattım!... Tüm yaşamın ağırlığını taşıyabilecek kuvvette olmasına rağmen başkalarına teselli verecek kadar yumuşak omuzlar,doğumun acısına olduğu kadar doğurdukları evlatlarının nankörlüğüne dayanabilecek iç kuvvetini verdim. 
Başkalarının kuvvetinin kalmadığında devam edecek azmi, ailesinin hastalığında yorgunluğa papuç bıraktırmayacak kudreti verdim.Her türlü şart altında, ve hatta annelerini çok kötü incitselerde, çocuklarını sevmek duygusallığını verdim. Bu duygusallık her yaştaki çocuklarının yaralarını sarmalarına, sorunlarını dinleyip paylaşmalarına yardım ediyor.Kocalarını tüm kusurlarıyla sevmek kuvvetini verdim. Onları erkeğin kalbini korumaları için yarattım.Onlara iyi bir kocanın eşini asla incitmeyecegini fakat bazen destek ve kuvvetini deneyecek davranışlarda bulunacağını anlayacak duyarlı bir zeka verdim. 
Tek zayıflık olarak kadınlara birer göz yaşı verdim.Tamamen kendilerinin sahip oldukları, ihtiyaçları olduğunda kullanmak üzere... İnsanlık için bir gözyaşı..." 

ADIN TEREDDÜT OLMALI ...

Yine de ben, seni sevdiğim kadar hiçbir zamanı sevmedim. Sende bulduğum kadar kendimi bulmadım hiçbir yerde. Sana olan tutkum bu yüzden. Gelişine, rüzgârına, bir de şarkılarına vurulup coşuyorum. Sonra bir çelişkiler yumağı bırakıyorsun elime. Yaşamdan ölüme, dünden bugüne, tutsaklıktan özgürlüğe koşup duruyorum...

İşte geldin, gidiyorsun...

İçimde karmaşık bir hatırlama ağı. Sürekli dünlere çekiyor beni. Bıraktıklarıma, vazgeçtiklerime, yarım kalanlara, başaramadıklarıma, elimin ermediklerine... Bu senin tabiatın mı, böyle mi kuşatırsın geldiğinde herkesi? Yoksa yalnız ben mi sende dünleri bulurum, bilmiyorum ve çözemiyorum. Oysa bir yandan, yaşama koş, düş yollara diyorsun; mekândan, ayakbağlarından kurtul, diyor bakışların... İşte bunlar son kuşlar, son yemişler ve son güneşli günler... Uzaklara bakmanın son akşamüstüleri... Öbür yanda, geçmiş günlere, eski baharlara, eski aşklara ve uçup giden ne varsa onlara takılıp kalan gönül ağları... Senin adın olsa olsa bir tereddüttür; vazgeçemeyişler, kopamayışlardır. Aşkla ayrılık, gitmekle kalmak, ölümle yaşam arası muazzam çelişkiler... Adın, tereddüt olmalı senin. Rengin sarı olmalı, yüzünde yarım gülücük olmalı, saçların dalgalı; dağ ve deniz karışımı kokun, nehir gözlerin...

Öylesine Bir Mektup

Öyle içimdesin ki. Yanağımda dolaşan rüzgardan daha gerçek dokunuşların. Küçük, ürkek, kesik dokunuşlarınla, belki de her zamankinden daha yanımdasın. Yani öylesine, o kadar bensin ki. Ah nasıl anlatsam. Boşuna bu çabalarım, doğru kelimeleri aramalarım. Ne kitaplar yazıyor, ne de sözlüklerde karşılığı var. Yalnızca hissediyor insan, yaşıyor. Kelimeler eksik, kelimeler yaralı. Kelimeler cılız.

Taşımıyor, anlatmıyor, tanımlamıyor bu duyguyu. Ben de. Çok başka bir şey. Sevginin ortasında, derin acılar hisseder mi insan? Aydınlık gülümsemelerin içine, hüznü yerleştirir mi durup dururken? Gözlerine buğu,diline sitem, yüreğine burukluk, çöreklenir kalır mı asırlarca?

Gelmeyeceğini bildiği mektup için, posta kutusunu hep aynı heyecanla açar mı? Dedim ya, başka bir şey bu. Ne kadar yalnızsam, o kadar seninleyim şu günlerde. Belki de en başta, tutup seni en derinlere koydum diye oldu bunlar. Kimseler ulaşmasın diye, kimselerin bilmediği, bulamayacağı yollara götürdüm seni. En derinlerde tuttum. Bana sakladım. Derine, hep daha derine.

Seni yapayalnız, bir tek bana bıraktım. Paylaşamadım yanlış yaptım. Sana ulaşan yolları kaybettim diye bütün bu şaşkınlıklar. Kendimi oradan oraya vurmam. Sağımda, solumda, ne zaman dikildiğini bilmediğim duvarlara çarpmam, hiç görmediğim çukurlarla boğuşmam. Denizlerin, gürültüyle gelip vurduğu dehlizlerin, acılı duvarları gibiyim.

Duvarlarım yosunlu, duvarlarım kaygan, duvarlarımdan hiç tükenmeyen sular sızıyor. Tutunamıyorum. Renklerim, gün içinde değişiyor. Soluyorum, soğuyorum. Güneş ulaşmıyor içerilerime. Küfleniyorum, yaşlanıyorum. Yalnızlıklar peşimde. Dokunduğum her ıslak duvardan, pis kokulu bir yalnızlık bulaşıyor üstüme. Yapış yapış, vıcık vıcık bir yalnızlık bu. Biliyorum, bütün bunlar, hep benim suçum.

Seni sakladığım yere ulaşamaz oldum. Yollar, gitgide uzadı ve karıştı. Ümidimi ısıtacak, parlatacak, kımıldatacak bir şeylere ihtiyacım var. Ah onun ne olduğunu biliyorum. Sonu sana geliyor her cümlenin. Her şeyin başı içinde ve sonundasın. Bu değişmiyor. Öyle içimdesin ki. Birden aklıma geldi, tuttum sana bir mektup yazdım dün.

Çok mutluydum. Gün içinde neler yaptığımı, nelere kızıp, nelerle mutlu olduğumu, tek tek anlattım. Mevsimlerin ve insanların nasıl karışık ve beklenmedik olduklarını yazdım.

"Yine zamansız yağmurlar" dedim, "Daha önce, hiç bu kadar zayıf değildi güneş ışınları" dedim, "Gerçekten buradaki şarkıları hiç öğrenmeyecek, bilmeyecek, söylemeyecek misin?" dedim. Çok uzun bir mektup oldu. Başından sonuna kadar okudum da.

Neler yazmışım diye merakımdan.

Sonra çekmecemden bir zarf çıkarıp, adını yazdım. Büyük harflerle, yalnızca adını. Adresini bilsem gönderir miydim, bilmiyorum. Mektup cebimde. Cebim yüreğime yakın. Yüreğim sende. Sen yüreğime yakın. Öyleyse mektup sende.

Can DÜNDAR