dünyanın benim etrafımda dönmediğini, sevgimi dile getirmem gerektiğini, bunu yapmanın dünyanın en zor işi olmadığını, sadece sevgililere değil, anneye, babaya, anneanneye de "seni seviyorum" demenin "iyi geldiğini", her sabah güne "yaşasın! yeni bir gün!" diyerek, bunu yürekten söyleyip taaa içinde hissederek başlamak gerektiğini, hayatın sürprizlerle dolu olduğunu, buna mukabil "beklenmedik"diye bir şey kalmadığını, yaptığım her şeyden sorumlu olduğumu, gülümü benim kılanın ona verdiğim emek olduğunu dstluğun hayattaki en büyük hediye değil, en zorlu sınav olduğunu, beni anlayacak insanların beni ilk onbeş dakika içinde anladığını, diğerlerininse asırlar boyu didinsem de anlayamayacağını, dostlarımı kaybetmemek için ne gerekiyorsa yapmak gerektiğini, geri dönüşü olmayan tek yitirmenin dostluk mertebesine ulaşmış bir ilişkiyi yitirmek olduğunu, bununla birlikte, "yapma"nın geri dönüşü olmayan bir şey olduğunu, dönülen noktanın başlangıç noktası olamayacağını, iyi bir yemeğin yerinin doldurulabileceğini, iyi bir uykununsa benzersiz olduğunu, asla yerinin doldurulamayacağını, yüreğini ortaya koyduğun bir dostluğun da aynen iyi bir uyku gibi ikame edilemez bir gereksinim olduğunu, aşkın geçici olduğunu, yine de peşinden koşmanın dünyadaki en kaçınılmaz dürtülerden biri olduğunu, "aşk bitince sıcacık bir sevgi kalır "sözünün zaman zaman bütünüyle yersiz olduğunu, buna güvenerek her aşkı tüketmemek gerektiğini, hatta her şeyi koklamamak, her şeyi tatmamak, her şeyi ellememek gerektiğini, merakın başka türlü de giderilebileceğini, merak etmenin en temel zaafım olduğunu, fakat bundan sıyrılırsam hiç ilerleyemeyeceğimi, bazı insanların "pa bend-i terakki" olduğunu, bazılarının ben yükseleceğim diye ödünün koptuğunu, her başarıma sevinen tek kişinin sadece annem olduğunu öğrendim.
yılların onbeşinden sonra boşa geçmediğini, ve yerçekiminin etkisini, ve zamanın izlerini ve olgunlaşma denen durumun gerçek nedenini öğrendim. göz pınarlarıma dizildikleri zaman o incileri dökmekten kaçınamadığımı, söyleyeceklerimi dolandırmadan öylece, olduğu gibi söylemeyi, güven duyabilmek için güven vermek gerektiğini, başlangıçta hesapsız davranmanın her türlü ilişkiyi sıfır noktasına indirebileceğini, sevdalanmanın an meselesi olduğunu, sevdalanmışlığı sürdürmeninse emek, zaman, istek ve dayanak gerektirdiğini, benimle mutlu olan insanların, bensiz mutsuz olmasının çok tehlikeli olabileceğini, beni mutlu eden insanlarınsa yalnızlığıma ortak olamayabileceklerini, mutluluğun sürekli bir hal olmadığını, çalışmanın her şeye iyi geldiğini, ağzımda kekre bir tad bırakacağından en ufak şüphe duyduğum, fakat son derece lezzetli olduğunu önceden bildiğim şeyleri, muz gibi mesela, yine de yemenin bana artık iyi gelmediğini, bununla birlikte, tedbirlerle yaşanmayacağını, hareketlerimi kısıtlayan giysilerden nefret ettiğimi, böyle şeyler giyince huysuz ve aksi biri olduğumu, ukalalığın, hakkıyla yapanlarda iyi durduğunu, öyle sanıldığı kadar korkunç bir şey olmadığını, bilginin insanları farklılaştırdığını, eğitimin yücelttiğini, görgünün bağıl bir şey olduğunu, tatlı dilin, evet, yılanı deliğinden çıkarabileceğini, insanları koşulsuz sevmenin mümkün olduğunu, bağımlılığın her türünün insanı zayıflattığını, sertliğin de bir o kadar güçten düşürücü olduğunu, sözün gümüş, sükutun altın olduğunu, sakinliğin en büyük erdemlerden biri olduğunu, fakat bunları bir türlü hayatıma yerleştiremememin zayıflıktan değil mizaçtan kaynaklandığını, her durumda yapılabilecek bir şey bulunduğunu, yaşamın ve dünyanın üstesinden gelebilmek için neşeli olmanın şart olduğunu, yapmak istediklerimle yapmak zorunda olduklarım/ kaldıklarım/ bırakıldıklarım arasında bir denge kurmamın şart olduğunu, bu kılıçta yürürken ayağımı kesmeden, kılıçtan düşmeden yoluma devam etmem gerektiğini öğrendim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder