30 Mart 2012 Cuma

SADECE VAZGEÇMEYİ BİLDİM..

Asla sevmediğim birine seni seviyorum demedim,
Ya da asla birini severken karşılığını beklemedim.
Dostluğuma değer biçmedim,sevgime ise hiçbir zaman sınır çizmedim.
Sevdiysem sonuna kadar gittim, bitirdiysem öldürse de hasreti geriye dönmedim.
Bazen çok kırıldım, bazen belki de kırdım.
Ama hata insana mahsustur dedim.
Affettim, af diledim.
Kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yinede affettim.
Onlar belki beni saflıkla yargıladılar.
Belki de içten içe sinsice güldüler.
Ama asıl unuttukları şuydu;
Ben aldanmadım..!
Aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar.
Bir insan kaybının ne olduğu bilemedikleri için,
Kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için.
Oysa ben hiç insan kaybetmedim.
Sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim o kadar..

CAN YÜCEL

28 Mart 2012 Çarşamba

Ben büyümesine büyüdüm de....

Galiba büyümeyi fazla abarttım anne!
Becerikli bir çocuk olduğumu söylerdin.
Hala öyleyim!
Oyuncaklarımı dağıtmıyor,
kırmıyor,yaramazlık yapmıyorum.
Bu aralar büyümekle uğraşıyorum.

Ne zormuş be anne.
İnsanlığın var olduğu hayat denen bir şehirde yaşıyorum.
Seninle yaşadığımız gibi bir yer değil burası.
Öyle canını yakıyorlar ki;
üşüyecek soğuk bulamıyorsun.
Açta kalmıyorsun.
Bir sürü yalan veriyorlar önüne doyuyorsun.
Giyicekten yanada sıkıntı yok.
İhanet denen fiyakalı bir elbise var.
Buralarda çok moda,
bir giydiriyorlar,
bir daha çıkarmıyorsun üzerinden...

İşsiz de kalmıyorsun.
Aşk var burada!
İşçiliği çok ağır.
Sevgi tokluğuna çalışıyoruz işte.
Emeğimizin karşılığını hiç geçiktirmiyorlar.
Düzenli ayrılık alıyoruz.
İşçiliği ağır dedim ama,
işveren öyle demiyor.
Ne yapıyor sunuz ki?
"Gözlerine bakıyor,
saçlarını okşuyor,
ellerinde kilitleniyor,
omzuna yaslanıyor,
göğüs kafesinde sabahlıyor,
yemeden içmeden kesiliyor sunuz."
Bu kadarcık şey için değer mi bekliyor sunuz?
Diyor...

Neyse anne dedim ya.
Sevgi tokluğuna çalışıyoruz işte.
Buralar böyle!
Anlatacak pekte bir şey yok.
Sakın sen ordaki düzenimizi bozma.
Olurda hayata tutunamazsam,
dönerim geri!
Çocukluğumu verme kimselere,
döndüğümde başımı sokacak bir yerim olsun.
Iki kırık oyuncak,bir şekerim olsa yeter.

Kısa keseyim üzülüyorsun biliyorum.
Sana "ben ne zaman büyüyeceğim?"demiştim hatırlıyor musun?
Sahi unutmuş olabilirsin değil mi annem?
Neyse son bir sorum olacak anne.
Ben büyümesine büyüdüm de,
ne zaman öleceğim?...

27 Mart 2012 Salı

Gökhan Tepe - Söz (Yeni 2011)

Rafet El Roman - Senden Sonra (2012)

güçlü kadın...

''Güçlü kadın hikayesi hep yalandı. Hiçbir kız çocuğu güçlü kadın olmak için doğmaz. Hepsi masum hayaller kuran, şımarık birer prensese benzerler. Kaderdir onları cadı, fettan ya da güçlü kadın yapan. Tutulmamış sözler, yarım kalmış kaderler, yaşanmamış mutluluklar, ölümler, ayrılıklar güç verirmiş insana. Kurulan hayaller iskambil kağıtlarından kule gibi yıkıldığında, ezilmemek için o enkazın altında, güç veriyor Allah insana. Annem güçlü kadındı. Ben o güce hayrandım. Bir gün bir kızım olursa güçlü kadın değil, mutlu kadın olmasını dilerim"

15 Mart 2012 Perşembe

Bazen

Bazen '' Bir Yere '' Kaçmak İstemezsin, Yalnızca Gitmektir İstediğin. Gitmek,arınmaktır Böyle Zamanlarda..Yola Devam Etmek İçin Tekrar Rüzgarla Doldurmaktır Yelkenlerini... O Kimsenin Görmediği, İnce İnce Sızlatıp Battıkça Kanatan Kırılmış Parçalarını, Usulca Ayıklamaktır Teninden... Gitmelerine Mani Olma..! Ara Sira Gitmek Lazım; '' Kendinden Kaçmak '' Değil De, '' Kendine Kaçmak '' İçin..!!

14 Mart 2012 Çarşamba

Birinin kadını olmak istiyorum!

Başka hiç kimse tarafından dokunulmamak, konuşulmamak, bakılmamak hatta!

Biraz korunmak, biraz şımarmak… Bir kaç çeşit yemek yapmak, İstiklal caddesinde sıkı sıkı elini tutmak, belki film izlemek ama mutlaka çekirdek çitlemek, bi yerlerde çay içmek, Pazar sabahı kahvaltısı etmek uzun uzun, sahilde yürüyüş yapmak gibi küçük ama zor heveslerim var! Neden mi? Herkesin eli tutulmaz, herkesle film seyredilmez, herkesle çekirdek çitlenmez, herkesin kadını olunmaz da o yüzden! İçinden gelmeli… Hücrelerine kadar hissetmeli, dna”larına kadar bilmeli insan! Düşünerek emin olunmaz, bir anda ya olunur ya olunmaz. Bir de şu yakın geçmiş duvarları olmasa, kafa da hiç karışmaz ya, olsun! Oysa bazen tek bir söze ya da bir bakışa yıkılır bütün duvarlar…

Kek yapmayı da öğrenmek lazım aslında bi ara! Sabahları uyandığımda günaydın sevgilim mesajları görmek istiyorum telefonumda. Gün içinde özlediğim birisi olsun istiyorum. Özlemek istiyorum birini. Çok özlersem dayanamayıp gidip sarılmak istiyorum. Dayanamamak istiyorum!

Çalışırken, düşünmek istiyorum sonra onu! Aklımda olduğu için gülümsemek istiyorum ara ara… Gülümsediğim için daha çok çalışmak… Birini sevmek istiyorum; hiç kimseyi sevmediğim gibi, biri sevsin istiyorum beni, hiç sevilmediğim gibi… Biri o kadar çok sevsin ki beni, hatalarımı da sevsin istiyorum!

O kadar çok sevsin ki; hata yapmaktan ödüm kopsun! Kıskansın istiyorum biri beni! Sorsun istiyorum neredesin” diye, “Hımm kim aradı bakayım” diye! Ben sormam ama, korkmasın O sorsun! Biliyo musun ne oldu ? ile başlayan heyecanlı cümlelerimin sonuna kadar tahammül etsin istiyorum biri bana. Mutlaka ipe sapa gelmez bir şey olmuştur ama dinlesin sonuna kadar. Ya bi yavru kedi macerası ya da işte ona benzer bir şeyler olmuştur. Ben de her seferinde sanki bahçeyi kazmışımda hazine bulmuşum gibi heyecanla ve öneminin üzerine basa basa anlatırım ya, dinlesin işte. “

Ya, evet, çok mühim bir şeyler olmuş” falan desin bi de sonunda… Şimdi ben istesem İstiklal caddesinde birinin elini tutup gezemem mi? İstesem benimle birlikte çekirdek çitleyip aynı anda film seyretmeyi de başarabilecek birini bulamam mı bi arasam? Şimdi ben yalnız olmak istemesem, yalnız olur ve bunları da yazıyor olurmuydum? Hiç sanmam! Birinin elini tutmakla, birinin elini, sıkı sıkı tutmak arasında çok fark var! Ya tutarsın ya da tutmazsın ya da, tutmuş gibi yaparsın işte. Ben yapmam! Bunu zaten bilirsin. Kimin elini tutacağını yani. Deneyerek bulmazsın. Sadece bilirsin.

Bilmek! Açıklaması yok. Ve ben elini sıkı sıkı tutmayacağımı bildiğim hiç kimseyle İstiklal caddesine gitmeyeceğim!

Heyecanla ve özene bezene olmadıktan sonra kimseye yemek yapmayacağım! Repliklerin bir anlamı yoksa, kimseyle film seyretmeyeceğim. Zaten çekirdeği unutsun bile, asla olmaz! Birinin kadını olmak istiyor canım; biraz korunmak, biraz şımarmak…

Çekirdek mutlaka olsun!

Sevmek mi Sevilmek mi?

Bundan kısa bir zaman önce okuduğum bir metini sizinle paylaşmak isterim….

Tasavvuf yoluna baş koymuş bir zaata sormuşlar.
” Efendim sevilmekmi daha iyidir yoksa sevmekmi”
O zaat söyle cevap verir: Sevmek… Çünkü sevildiğinden asla emin olamassın !

Sevdiğinizden emin olmanız dileğiyle..

13 Mart 2012 Salı



Canı yanması gereken insanlar var.!

"Canı yanması gereken insanlar var.Hâlâ etraflıca gülmeleri,mutlu olmaları sinir bozucu.Fazla hümanistliğe gerek yok hayatta,canları yanmalı!"

aşk İstanbul'da; istanbul aşktadır..

İstanbul aşktan ötedir be gülüm o bir kara sevdadır.. ;) 
İstanbul böyle hırçın
böyle kıskanç
böyle deli
çıldırır kaybeder kendini
görmeye görsün kendinden bir güzelini
anladım
İstanbul'da aşk başkadır
ve her aşk İstanbul tadındadır
hatta her aşık İstanbul'da en genç yaştadır
çünkü aşk İstanbul'da; istanbul aşktadır
ki ondandır her güzel aşk
İstanbul'da yaşanmaktadır..

İzmir aşkı bambaşka..

İzmir candır aşkdır..izmir; gavurdur, gevrektir, şendir, dişidir. peki bunca sevmek nedendir, onu da ben söleyim, hasrettendir. dön bak şimdi kim övmüşse İzmir'i, artık orada değildir, göçüp gitmiştir ve özlemektedir; belki şehri, belki de şehirde geçirdiği gençliğini, yaşadığı en heyecanlı günlerini. işte sırf bu yüzdendir, uzaktaki herkesin İzmir diye yanıp bitmesi, yanıp bitip de toplayıp pılıpırtı ilk fırsatta dönmemesi...

Üzülme, der Mevlana ve devam eder:

Bir yandan korku, bir yandan ümidin varsa, iki kanatlı olursun, tek kanatla uçulmaz zaten. Sopayla kilime vuranın gayesi kilimi dövmek değil, kilimin tozunu almaktır. Allah sana sıkıntı vermekle tozunu, kirini alır. Niye kederlenirsin? Taş taşlıktan geçmedikçe parmaklara yüzük olamaz. Yüzük olmayı dileyen taş, ezilmeyi yontulmayı göze almalıdır...!

İnsan...

İnsanı anlamasını beklemek kadar,
Boşa harcanmış başka bir zaman dilimi daha yoktur hayatlarımızda.
Bu yüzden savunmasız ve silik yaşıyoruz.
Bu yüzden renk cümbüşü küçük dünyalarımız.
Devler yarattık.
İşte bu yüzden
Küçüldü umutlarımız...

Dinle Sevgili bu son sözlerimdir sana...


Bir vazgeçiş öyküsü bu..
Dinle!
Sevgilim..

Canını canıma kattığım senden,
Uğrunda herşeyi hiç yapabileceğim senden,
Vazgeçiyorum............
Varlığımı zorlayan bu oyundan yoruldum !
Seni özlemekten..
Yokken varsaymaktan..
Esirin olmaktan..
Hayal etmekten..
Yaşanmamış saymaktan..
Var gibi görmekten..
Yok gibi yaşamaktan..
Yoruldum!!

Öyle bir labirent ki bu, bilmeden kendimi içine hapsettiğim..
Bir vazgeçiş öyküsü bu..
Dinle!
Sevgilim..

Yokken varettiğim,
Olmayan varlığı ile kendimi büyülediğim,
Haddinden abartılı önemsediğim,
Büyüttükçe büyüklüğünden korktuğum bu sevginin sahibi senden..
Vazgeçiyorum!
Gerçek bildiğim, hissettiğim için inandığım, inandığım için doğru saydığım herşeyden..
Beni ben yapan duygularımdan..
Seni benim sayan bütün düşüncelerimden..
Bir çırpıda hemen, Vazgeçiyorum..
Zaman şimdiki zaman..
Ve sen artık hep
Benim geçmişte kalan;  yaram...................

Robbie Williams - ''My Way'' (Live Subtitulado)

Frank Sinatra My Way

Sting - Shape of my Heart

diyorlar...

Üzülüyorsun,takma diyorlar.
Kızıyorsun,değmez diyorlar.
Boşveriyorsun;gamsız diyorlar.
Susuyorsun,iki çift laf et diyorlar.
Konuşuyorsun,muhatap olma diyorlar.
Çekip gidiyorsun, mücadele et diyorlar.
Alttan alıyorsun,tepene çıkardın diyorlar.
Bağırıyorsun,sakin ol diyorlar.
Aklı başında davranıyorsun,bu kadar uslu olunmaz diyorlar.
Dikine gidiyorsun,yaşına başına yakışmaz diyorlar.
Olsun be bize bu hayatta herseyin en güzeli yakışır..!!

12 Mart 2012 Pazartesi

Yaşamak Yürek İster

Yaşamak yürek ister; belki de bu yüzden dünyaya gelenlerin çok azı yaşar. Çoğunluğu yalnızca yaşadığı günü kurtarır, var olmakla yetinir ve kendi varlığı altında ezildikçe ezilir. Değiştiremeyeceği gerçekleri olduğu gibi kabul etmek ve bu değişmezlikten kendine yeni bir yaşam sevinci yaratmak da yürek ister; değiştirebileceğini değiştirmeye çalışmak da. Sanıldığı gibi insanı korkutan; dünya, zorluklar, yaşam koşulları ya da başkaları değildir. İnsan en çokkendisinden korkar; kendi duygularından, kendi güçsüzlüklerinden, kendi zaaflarından, kendi acılarından, kendi coşkularından ürker. Yaşama her dokunuşunda, duygularının alevlenip kendisini yakacağından çekinir. Onun için kaçar yaşamdan, aşktan kaçar, öfkeden, hareketten, sevinçten, kendisinden kaçar. Korku yüzünden yaşanamamış bir yaşamı ellerinde taşımaktan yorularak, kendisine uydurduğu bin bir türlü mazeretle yaşama arkasını dönmeye, gizlenmeye uğraşıp, gizliden gizliye yok olmaya çabalar.
Korku kendine acımayı getirir; kendini zavallılaştırmaya başlar yaşamdan korktukça. Yaşamla yüz yüze gelmektense ağır ağır erimeyi tercih eder. Korktukça azalır gücü; korkuyla yaralanan bedeni artık en küçük bir dokunuşta acıyla inler. Her acıda korkusu biraz daha artar ve girdap gibi çeker içine güçsüzlük onu. Kendi korkusuna kalkıp kader der sonra, korkuyu değiştirilmez bir gerçek, alnına yazılmış bir yazgı olarak görür. Yeni bir aşkın düşüncesi bile titretir onu. Kalabalıktan korktuğu kadar yalnızlıktan da korkar. Hayatın hiçbir haline dayanamaz durumlara gelir. Sırtında yaşayamadığı hayatı, önünde yaşanacak günleriyle, kendi geçmişiyle geleceği arasında sıkışır kalır artık.
Kendi duygularıyla kuşatılır; döndüğü her yanda bir düşman gibi kendi duyguları çıkar karşısına. Şu yana dönse orada bir mutluluk vardır ama o mutluluğu değil mutluluğun arkasında gölgesi sezilen acıyı görür. Bu yana döndüğünde bir isyanın şevki vardır ama o isyanın çekiciliğini değil o isyan için ödenecek bedelin ağırlığının fark eder. Beri yanında bir aşk bekler onu ama o aşkın arkasından gelebilecek terk edilme ihtimaline diker gözlerini. Her kıpırtıyla örselenebileceğinden çekindiği için kıpırdayamaz bile yerinden; yaşama yaklaşabilmek için bir tek adım bile atmaya yetmez cesareti.
Ona sevinci gösterseniz; “ya sonra” diye sorar! Aşkı gösterseniz, gene ayni sorudur onun aklini kurcalayan; “ya sonra”! Öfke, coşku, dostluk, sevişme, başkaldırı, direnme hep aynı soruyu sürükler peşinden; “ya sonra”. Bilinmeyen bir “ya sonra” için bilinenlerin hepsini ıskalamayı kabullenir. Ama ne garip, duygularından, yaşanacakların sonrasından korkanlar, acıdan sakınanlar çeker en büyük acıyı. Yaşanmamış bütün duyguları zehirli sarmaşıklar gibi boy atıp ruhlarına dolanır. “Sonrası umurumda bile değil” deyip yaşamla kucak kucağa gelenlerden çok daha fazla yarayı yaşayamadıkları için alırlar. Yakınıp dururlar; çektikleri acılardan söz ederler. Acıyı da çekerler gerçekten ama acıdan korktukları için bunca acıyı çektiklerini görmezler bir türlü. Yaşamanın cesaret istediğini fark edemezler. Onun için çok az insan yaşar; çoğunluk yalnızca gününü kurtarır. Yaşanmamış günlerin altında inleyen çaresiz bir köle gibi yitik bir hayatı taşır güçsüz omuzlarında.
Kendi gerçeklerimiz, kendi duygularımızdır bizi böylesine ürküten; çatal diliyle tıslayan bir yılan görmüş tavşan gibi kendi kendimizi hareketsiz bırakan. Ve ne kadar çok korkarsanız, korkunuz o kadar artar. Ne kadar yaşarsanız, cesaretiniz o ölçüde bilenir. Yaşayamıyorsanız eğer, bu başkalarından dolayı değildir. Sizi güçsüzleştiren, sizi çaresizleştiren, sizi isyanlardan alıkoyan, değiştiremeyeceklerinizi kabul etmenize engel olan, değiştirebileceklerinizin üstüne gitmenize izin vermeyen, sizi yaşatmayan, sizin kendi korkularınızdır.

KADINLAR NEDEN AĞLAR ?

 
Küçük bir erkek çocuk annesine sordu,- "Niçin ağlıyorsun ?" 
- "Çünkü ben kadınım" diye cevapladı ann...esi.- "Anlamadım !" dedi çocuk.Annesi çocuğunu kucaklayıp,- "Ve hiç bir zaman da anlayamayacaksın!" dedi.Çocuk bu sefer babasına,- "Baba, annem niçin ağlıyor ?" diye sordu.Babanın cevabı, 
- "Bütün kadınlar sebebsiz ağlayabilen yapıdadır" şeklinde oldu. 
Küçük oğlan büyüdü, yetişkin adam oldu, ve hala kadınların niçin ağladıklarını keşfedemedi.Nihayet öldükten sonra cennete gittiginde Allah'a sordu.- "Allahım !" dedi "Kadınlar niçin bu kadar kolay ağlayabiliyorlar ?" 
Allah dedi ki... 
- "Ben kadınları özel yarattım!... Tüm yaşamın ağırlığını taşıyabilecek kuvvette olmasına rağmen başkalarına teselli verecek kadar yumuşak omuzlar,doğumun acısına olduğu kadar doğurdukları evlatlarının nankörlüğüne dayanabilecek iç kuvvetini verdim. 
Başkalarının kuvvetinin kalmadığında devam edecek azmi, ailesinin hastalığında yorgunluğa papuç bıraktırmayacak kudreti verdim.Her türlü şart altında, ve hatta annelerini çok kötü incitselerde, çocuklarını sevmek duygusallığını verdim. Bu duygusallık her yaştaki çocuklarının yaralarını sarmalarına, sorunlarını dinleyip paylaşmalarına yardım ediyor.Kocalarını tüm kusurlarıyla sevmek kuvvetini verdim. Onları erkeğin kalbini korumaları için yarattım.Onlara iyi bir kocanın eşini asla incitmeyecegini fakat bazen destek ve kuvvetini deneyecek davranışlarda bulunacağını anlayacak duyarlı bir zeka verdim. 
Tek zayıflık olarak kadınlara birer göz yaşı verdim.Tamamen kendilerinin sahip oldukları, ihtiyaçları olduğunda kullanmak üzere... İnsanlık için bir gözyaşı..." 

ADIN TEREDDÜT OLMALI ...

Yine de ben, seni sevdiğim kadar hiçbir zamanı sevmedim. Sende bulduğum kadar kendimi bulmadım hiçbir yerde. Sana olan tutkum bu yüzden. Gelişine, rüzgârına, bir de şarkılarına vurulup coşuyorum. Sonra bir çelişkiler yumağı bırakıyorsun elime. Yaşamdan ölüme, dünden bugüne, tutsaklıktan özgürlüğe koşup duruyorum...

İşte geldin, gidiyorsun...

İçimde karmaşık bir hatırlama ağı. Sürekli dünlere çekiyor beni. Bıraktıklarıma, vazgeçtiklerime, yarım kalanlara, başaramadıklarıma, elimin ermediklerine... Bu senin tabiatın mı, böyle mi kuşatırsın geldiğinde herkesi? Yoksa yalnız ben mi sende dünleri bulurum, bilmiyorum ve çözemiyorum. Oysa bir yandan, yaşama koş, düş yollara diyorsun; mekândan, ayakbağlarından kurtul, diyor bakışların... İşte bunlar son kuşlar, son yemişler ve son güneşli günler... Uzaklara bakmanın son akşamüstüleri... Öbür yanda, geçmiş günlere, eski baharlara, eski aşklara ve uçup giden ne varsa onlara takılıp kalan gönül ağları... Senin adın olsa olsa bir tereddüttür; vazgeçemeyişler, kopamayışlardır. Aşkla ayrılık, gitmekle kalmak, ölümle yaşam arası muazzam çelişkiler... Adın, tereddüt olmalı senin. Rengin sarı olmalı, yüzünde yarım gülücük olmalı, saçların dalgalı; dağ ve deniz karışımı kokun, nehir gözlerin...

Öylesine Bir Mektup

Öyle içimdesin ki. Yanağımda dolaşan rüzgardan daha gerçek dokunuşların. Küçük, ürkek, kesik dokunuşlarınla, belki de her zamankinden daha yanımdasın. Yani öylesine, o kadar bensin ki. Ah nasıl anlatsam. Boşuna bu çabalarım, doğru kelimeleri aramalarım. Ne kitaplar yazıyor, ne de sözlüklerde karşılığı var. Yalnızca hissediyor insan, yaşıyor. Kelimeler eksik, kelimeler yaralı. Kelimeler cılız.

Taşımıyor, anlatmıyor, tanımlamıyor bu duyguyu. Ben de. Çok başka bir şey. Sevginin ortasında, derin acılar hisseder mi insan? Aydınlık gülümsemelerin içine, hüznü yerleştirir mi durup dururken? Gözlerine buğu,diline sitem, yüreğine burukluk, çöreklenir kalır mı asırlarca?

Gelmeyeceğini bildiği mektup için, posta kutusunu hep aynı heyecanla açar mı? Dedim ya, başka bir şey bu. Ne kadar yalnızsam, o kadar seninleyim şu günlerde. Belki de en başta, tutup seni en derinlere koydum diye oldu bunlar. Kimseler ulaşmasın diye, kimselerin bilmediği, bulamayacağı yollara götürdüm seni. En derinlerde tuttum. Bana sakladım. Derine, hep daha derine.

Seni yapayalnız, bir tek bana bıraktım. Paylaşamadım yanlış yaptım. Sana ulaşan yolları kaybettim diye bütün bu şaşkınlıklar. Kendimi oradan oraya vurmam. Sağımda, solumda, ne zaman dikildiğini bilmediğim duvarlara çarpmam, hiç görmediğim çukurlarla boğuşmam. Denizlerin, gürültüyle gelip vurduğu dehlizlerin, acılı duvarları gibiyim.

Duvarlarım yosunlu, duvarlarım kaygan, duvarlarımdan hiç tükenmeyen sular sızıyor. Tutunamıyorum. Renklerim, gün içinde değişiyor. Soluyorum, soğuyorum. Güneş ulaşmıyor içerilerime. Küfleniyorum, yaşlanıyorum. Yalnızlıklar peşimde. Dokunduğum her ıslak duvardan, pis kokulu bir yalnızlık bulaşıyor üstüme. Yapış yapış, vıcık vıcık bir yalnızlık bu. Biliyorum, bütün bunlar, hep benim suçum.

Seni sakladığım yere ulaşamaz oldum. Yollar, gitgide uzadı ve karıştı. Ümidimi ısıtacak, parlatacak, kımıldatacak bir şeylere ihtiyacım var. Ah onun ne olduğunu biliyorum. Sonu sana geliyor her cümlenin. Her şeyin başı içinde ve sonundasın. Bu değişmiyor. Öyle içimdesin ki. Birden aklıma geldi, tuttum sana bir mektup yazdım dün.

Çok mutluydum. Gün içinde neler yaptığımı, nelere kızıp, nelerle mutlu olduğumu, tek tek anlattım. Mevsimlerin ve insanların nasıl karışık ve beklenmedik olduklarını yazdım.

"Yine zamansız yağmurlar" dedim, "Daha önce, hiç bu kadar zayıf değildi güneş ışınları" dedim, "Gerçekten buradaki şarkıları hiç öğrenmeyecek, bilmeyecek, söylemeyecek misin?" dedim. Çok uzun bir mektup oldu. Başından sonuna kadar okudum da.

Neler yazmışım diye merakımdan.

Sonra çekmecemden bir zarf çıkarıp, adını yazdım. Büyük harflerle, yalnızca adını. Adresini bilsem gönderir miydim, bilmiyorum. Mektup cebimde. Cebim yüreğime yakın. Yüreğim sende. Sen yüreğime yakın. Öyleyse mektup sende.

Can DÜNDAR

Eğer

O'nu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... O'nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O'nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O'ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
ve O, her durduğunuz yerde duruyor,
her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp,
hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri O'nun yaşadığı yer, en güzel kokusu
bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat O'nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü,
O'nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan O'ysa... her filmin kahramanı O...
her roman O'ndan söz ediyor, her çiçek O'nu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez
özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O'nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın
O olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O'na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız...
O'nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme,
vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O'nun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı,
bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız,
sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
...o halde bugün sizin gününüz!..
"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.

Can Dündar

Yaşayınca Anladım

Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını,kendimi bulduğumda anladım.
Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış,
Kendi yolumu çizdiğimde anladım..
Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak,dinleyerek değil..
Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım..
Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış,
Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım..
Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
Neden hiç ağlamadığını anladım..
Ağlayanı güldürebilmek,ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
Gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım..
Bir insanı herhangi biri kırabilir,ama bir tek en çok sevdiği, acıtabilirmiş,
Çok acıttığında anladım..
Fakat,hak edermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını,
Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım..
Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,
Yüreğini elime koyduğunda anladım..
''Sana ihtiyacım var, gel ! '' diyebilmekmiş güçlü olmak,
Sana ''git'' dediğimde anladım..
Biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş sevmek,
Git dediklerinde gittiğimde anladım..
Sana sevgim şımarık bir çocukmuş,her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım..
Özür dilemek değil, ''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş pişman
olmak, Gerçekten pişman olduğumda anladım..
Ve gurur, kaybedenlerin,acizlerin maskesiymiş,
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış,
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım..
Ölürcesine isteyen,beklemez,sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi,
Beni af etmeni ölürcesine istediğimde anladım..
Sevgi emekmiş,
Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş...

Can YüceL

Seninle Olmanın En Güzel Yanı

Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?
Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek.
Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun?
''Seni seviyorum'' sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.
Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?
Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek. Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek...
Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?
Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak. Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak.
Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?
Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana... Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte. Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek... Aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek.
Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?
Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya anlatmak... Okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak.
Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun?
Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek. Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak. Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde. Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime.
Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?
Nereden bileceksin?
Sen benimle hiç olmadın ki. Olsaydın avuçlarım terlemezdi... Isırmazdım dilimin ucunu... Özlemezdim seni yanımdayken.Kıskanmazdım.
Korkmazdım yollarda yürümekten. Islanmazdım yağmurlarda... Yıldızlara aya dert yanmaz, böyle her şarkıda serhoş olmazdım.
Korkmazdım seni kaybetmekten ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize... Ve her kulaçta haykırırdım seni..
Ama sen hiç benimle olmadın ki...
YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YA YÜREĞİN...

Can YÜCEL

SANA AKIYORUM KAYGISIZCA...


Sana akıyorum, hiçbir şey bu akışı geri çeviremiyor. Çünkü sen her taraftasın. Sağımda, solumda, arkamda, karşımda. Ne yana dönsem, ne yana yol almaya kalksam ulaşılacak her noktada sen duruyorsun.
Sana akıyorum, çünkü senin yolunda yürüyorum. Önüme çıkan hiçbir sapak, hiçbir kavşak ilgilendirmiyor beni. Yürümenin en zor olduğu yol bu belki de. Ama tozundan, toprağından, çakılından, çalısından şikayetçi değilim ben bu yolun. Sana ulaşmak için attığım her adımla mutlu oluyorum.
Sana akıyorum, çünkü hayatın akışı kadar doğal sana akışım. Doğa, her cinsin yaşayabilmesi için nasıl kurallar koymuşsa, benim yaşamamın da var olmamın da kuralı sensin.
Sana akıyorum, çünkü sesin de cismin de kuşatmış durumda beni. Senin kuşatmana karşı savunma yapmıyorum. Kalemin bütün kapıları açık. Yıkıcı bir kuşatma olmadığını biliyorum. Böyle bir teslimiyet rahatsız etmiyor beni.
Sana akıyorum, çünkü yüzüne, gözlerine, ellerine baktıkça kendimi görüyorum. Sesine yüklediğin gizli anlamları çözerken hep kendimden bir şey buluyorum.
Sana akıyorum, çünkü paylaşacak daha çok şeyimiz var. Bugüne kadar paylaştığımız her şey, daha sonra paylaşacaklarımızın da habercisi. Hayatın herhangi bir yerinde bir çiçeği birlikte tutup, birlikte koklamak, sonra o kokunun bize verdiği hazla sıkı sıkı sarılmak istiyorum sana.
Sana akıyorum, çünkü bir insanı tutkuyla, beklentisiz, delice sevmenin ne anlama geldiğini biliyorum. Birini böyle seveceksem, bu sadece sen olmalısın.
Sana akıyorum, çünkü seninle yaşamak sonu hiç gelmeyecek bir şölene benziyor. Bu şölenin tadını çıkarıyorum. Böylesine keyifli, böylesine eğlenceli bir şöleni yarıda bırakıp gitmek istemiyorum.
Sana akıyorum, çünkü 'hayatın uslanmaz ruhusun' sen. İşte ben bu ruha aşığım aslında. Seninle yenileniyorum, seninle yüreğime çöreklenmiş ne kadar kötülük varsa arınıyorum.
Sana akıyorum. Bütün coşkumla... Aşka dair ne varsa benimle birlikte onlar da akıyor sana. Benim gibi coşkun bir denizi aktığı yolu çok iyi bilen bir ırmağa çevirebilecek tek güç sendin. Orada kal. Ayrılma yolumun üzerinden. Sana ulaşamasam da bu yolda olmak bile yeterli bana.

çok şey istemiyorum ki..

Başka hiç kimse tarafından dokunulmamak, konuşulmamak, bakılmamak hatta,Biraz korunmak, biraz şımarmak...Birini sevmek istiyorum,hiç kimseyi sevmediğim gibi..biri sevsin istiyorum beni, hiç sevilmediğim gibi...Biri o kadar çok sevsin ki beni, hatalarımı da sevsin istiyorum. O kadar çok sevsin ki; Hata yapmaktan ödüm kopsun. Sabahları uyandığımda "Günaydın Sevgilim" mesajları görmek istiyorum telefonumda. Gün içinde özlediğim birisi olsun istiyorum. Özlemek istiyorum birini. Çok özlersem dayanamayıp gidip sarılmak istiyorum. Dayanamamak istiyorum. "Biliyor musun ne oldu?" ile başlayan heyecanlı cümlelerimin sonuna kadar tahammül etsin istiyorum biri bana. Mutlaka ipe sapa gelmez bir şey olmuştur ama dinlesin sonuna kadar:) Böyle kücük ama zor heveslerim var işte benim...!!!

!

Bir kadının sadece güzel olması onu bir hanımefendi ya da asalet sahibi yapmayacağı gibi, Bir erkeğin de son derece yakışıklı ve karizmatik olması onu bir beyefendi yapmaz....Bunlar doğuştan ya vardır ya da yoktur..!

Mehmet Akif Ersoy..

"Aldanma insanların samimiyetine, menfaatleri gelir herşeyden önce..Vaad etmeseydi Allah cenneti, O'na bile etmezlerdi secde...!

...

Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir" diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?"

11 Mart 2012 Pazar

hata..

Çok hata yaptım şimdiye kadar. Tarifi zor, dönüşü imkansız. Ders aldıklarım oldu, almaya vakit bulamadıklarım da. Duyduklarım doğruysa zaferlerim de olmuş. Ahımı alanlar hala ödüyormuş :) İyi ki yapmışım dediğim şeyler var, aynı zamanda keşkelerim de..Engellemek istediğim başlangıçlar da var. Unutmayı yürekten dilediğim kişiler ve zamanlar var. Unutamadığım ama elbet bi gün unutacağım dostlarım var. Hayatımdan seneler, aylar çalan insanlar var... Hafızamdan silmek istediğim görüntüler var, silemediğim sözler var, duymamış olmayı dilediğim ama duyduğum, kiminin gözüne sokmak istediğim gerçekler var, ama bende saklı hala ;) İçim kanaya kanaya güçlü olduğum anlarım var...!

!

Sular yükselince balıklar karıncaları yer, sular çekilince de, karıncalar balıkları, bugünkü üstünlüğüne güvenme ! Kimin, kimi yiyeceğine 'suyun akışı' karar verir !!!

Hz.Mevlana

Günün adamı olmaya çalışma,
Hakikatın adamı olmaya çalış.
Çünkü gün değişir,
Hakikat değişmez...!

Hz.Mevlana

Allah der ki;

Kimi benden çok seversen onu senden alırım..ve ekler, Onsuz yaşayamam deme, seni onsuz da yaşatırım.. ve Mevsim geçer, Gölge veren ağaçların dalları kurur, Sabır taşar, Canından saydığın yar bile bir gün el olur..Aklın şaşar, Dostun düşmana dönüşür, Düşman kalkar dost olur, Öyle garip bir dünya.Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur.. Düşmem dersin düşersin, Şaşmam dersin şaşarsın. En garibi de budur ya, Öldüm der durur, yine de yaşarsın...!

my immortal....


20 yıl sonra..

Bundan 20 yıl sonra, yaptıkların değil, yapamadıkların için üzüleceksin. Dolayısıyla halatları çöz. Limandan uzaklara yelken aç. Rüzgarı yakala, araştır, düşle, keşfet. Yapabileceğin denli söz ver. Sonra söz verdiğinden daha fazlasını yap. Oturarak başarıya ulaşan tek yaratık tavuktur. :)

Güçlü Kadınlar !

Güçlü kadınlar vardır, her işlerini kendileri halletmeye çalışan.. Anne babaları tarafından böyle yetiştirilen. Onlar kendi paralarını kendileri kazanmak isterler. Evdeki tüm tamirat, tadilat işlerinden anlarlar. Bir erkeğe mecbur kalmadan da hayatlarını devam ettirebilirler. Faturalarını kendileri yatırırlar. Hemen hemen tüm işlerini kendileri yaparlar. Hatta etraflarının yükünü de üstlenirler. Özgürlüğü severler, dik durmayı da, güçlüdürler çünkü...

Âşık olduklarında hissederek yaşarlar. Aşklarına kurallar koymadıkları gibi büyük beklentilere de girmezler. Sevdiklerine problem çıkarmazlar. Bütün gün çalışıp durduktan sonra, akşamları yorgun da olsalar sevgilileri buluşalım dediğinde, hemencecik hazırlanıp sevgililerinin onları evden almalarına gerek kalmadan, o her neredeyse onun olduğu yere giderler.

Çoğu zaman sevgililerinin ya da kocalarının haberi bile olmaz yaşadıkları sıkıntıdan, yansıtmazlar çünkü. Para var mı, işyerinde sıkıntı mı oldu, birine canı mı sıkıldı, hiç bunlarla yormazlar birlikte oldukları erkeği. Çünkü istemezler kimse onlara acısın. Sonra da bir bakarlar ki, bu kadar dik durmanın ve sorun çıkarmamanın karşılığında gerçekten de kimse onlara acımaz. Bu durum zamanla gelenekselleşir ve acınmama ile sorun çıkarmama hali yaşam tarzına dönüşür. Ezkaza dayanamayıp sorunlarını paylaşmaya kalksalar, bu sefer de sorunlu kadın, kaprisli kadın, tahammül edilmez kadın damgasını yerler. Bu yüzden de terk edildiklerinde bile hiç seslerini çıkarmaz bu güçlü kadınlar! Terk eden erkek de bilir onun ne kadar güçlü olduğunu ve onsuz da yaşayabileceğini, içinde yaşadığı fırtınalardan bihaber. Sonra bir dosttan, eşten, ya da tanıdıktan duyarlar ki onu terk eden erkek gitmiş, muhtaç yaşamak zorunda olan biriyle beraber olmaya başlamış. Erkekler çok severler böyle kadınları. Birinin ona muhtaç olduğunu görmek bir çok duygusunu okşar erkeğin. Onlara kendini erkek gibi hissettirir! Bu zayıf kadınlar erkeklere bağımlıdır.

Mesela fatura filan yatıramazlar, anlamazlar çünkü. Nereden yatırılır onu da bilmezler. Ev ya da yemek alışverişi de yapmazlar, çünkü taşıyamazlar onca torbayı. Hep yorgun olurlar, bütün gün spor salonları, kuaför, o mağaza, bu mağaza gezerler. Akşama yemek yapmaya fırsat bulamazlar. Akşam eşleri eve geldiğinde, bugün nereye yemeğe gidelim, diye sorarlar. En kötü ihtimal dışarıdan yemek söylerler. Zayıf kadınlar doğurdukları çocuğa bakacak gücü de kendilerinde bulamazlar, pamuklar içinde yaşamaya alışmışlardır bir kere. Kendilerini hep altın tepsi içinde sunarlar. Huysuzluk da ederler, ama bu erkeğin hoşuna gider, çünkü kadın ona muhtaçtır, söylenmeyen güçlü kadının aksine, hiçbir şeyi beğenmedikleri gibi devamlı da mutsuzdurlar. Pek teşekkür etmezler, kıskançlık krizlerini de severler Kocasının ve sevgilisinin hayatlarını karartırlar. Erkekler bu kadınları asla terk edemezler. Çünkü o güçsüz, kırılgan bir kadındır. Ayrılırsa kurda kuzuya yem olur. Koruyup kollanmalıdır her an o!.

Zayıf kadınlar hiç çökmez, buruşmaz ve yıpranmazlar. Ancak işin ilginç yanı her zaman daha değerli olanlar da onlardır. Ve geride kalan güçlü kadınlar tüm bunların nasıl gerçekleşebildiğine sadece bakakalırlar.

Bazen susarsın..

Bazen susarsın...Yenilmiş sanırlar seni, eksik ve yaramaz. Unutma, susan bilir ki konuştuğu zaman kimse kaldıramaz!!! ve unutulmamalı ki; Söyleyecek çok şeyi olan bir ''kadın'' susuyorsa,sessizliği sağır edici olabilir..!!!

!

Aklımdan geçmeyen,kalbime girebilir,tamam. Peki, aklımın kabul etmediğini kalp kabulleneblir mi? Önceden olsa belki...ama artık değil!
Erkek demek geniş omuzlara sahip olabilmek değil, o omuzlara başını yaslayan insana sahip çıkabilmektir..!!
Hayatımda biri yok, Birinde hayatım var" diyebilmektir aşk!
Her zaman, kaybetmekten korktuğun bir şeye sahip ol.'' dedim en derinden. Umarım farkındadır, ne büyük bir dilek olduğunun. !!
Zamanında yaşaman gerekirken yaşayamadıklarına yetişmek için sonradan ne kadar hızlı koşarsan koş, asla bir "yetişkin" olamıyorsun. !!"
Öyle içten ki yüreğimin en derinindeki yerin "Çıkarı yok , Çıkası yok , Çıkarasım yok"!
Belki olurdu.” demektense, “keşke yapmasaydım.” demek daha doğrudur. Çünkü ihtimaller sonsuzdur ama pişmanlık tektir.!

Yorgunluk ve Ben

YORGUNLUK benim genel halim... Bana " Nasılsın?" diye soranlara, en sık verdiğim yanıtın " Yorgunum" demek olduğunu keşfettiğim günden beri, daha bilinçli olarak yorgunum! Şu memlekette yaşayıp da yorgun olmamak mümkün mü? Beden yorgunluğu dediğin ne olacak, iki- üç dinlenmeyle geçer. Ama ben aslında ruh yorgunuyum, gönül yorgunuyum, hayat yorgunuyum; öğrenmek, bilmek, anlamak, anlamış gibi yapmak, düşünmek, hissetmek, tanımak, tanık olmak, katlanmak, anlayış göstermek, görmezden gelmek, üzerinde durmamak, idare etmek, üzülmemiş görünmek, alışmak, alışmak, alışamamak, sabretmek, katlanmak, beklemek yorgunuyum... Tam da artık bu memlekette, dünyada hiç bir şey beni şaşırtamaz sanırken, her seferinde yeniden şaşırmak yorgunuyum.

Sahici


Beni üzen aslında
Üzüldüğüm için değil
Bazen sözle anlatılmaz ya
Kelimeler şikayetlenir
Yıllara meydan savaşı ilan edince
O cesaret, kin koca bir volkan olur
Sonra da önünde eğiliverir
Sahici her şeyin asıl rengi
Kalbime kaç kere sorduysam
Hep bana ismini heceledi
Ben de inanıp ona uyduysam
Eğer bir gün farketmeden, istemeden, seni kırdıysam
Özrün efendisi en yakınım olur
Diler yoluma devam ederim

Hayal....

gündüz gözüyle hayal kurar da
umuda beyaz çaput bağlarsan,
elinde beyaz bayrakla
vurulmayacağına inanırsan,
daha yanıldığını bile anlamadan,
görürsün ki yağmurların bile taştan.
keyifle güldüğü anda yaramaz çocuğun
ağzının ortasına inen şaplak;
tadını çıkardığın gün zor bulduğun aşkın
yüreğine saplanan bir mızrak;
büyüsüne kapılmışken genç bir adamın,
kıyafetin altından çıkan çirkin çıplak;
hepsi şu umut yüzünden, zaten,
hayal kırıklığına giden yolda ilk adım,
umut değil mi, sanırsın ki güçlü bir kısrak,
oysa sütçü beygiridir seni yolda bırakacak.
dur sana gerçeği söyleyeyim güzel kadın,
tatlı bir dudağın küçük ısırığıdır hayal,
fazlasını istersen büyüsü bozulacak."

hayatı ıskalama lüksü..

Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.

gereğinden fazla değer vermek ve yeri gelince yok etmek...

kartal, yılanı pençeleri arasına alır ve yükseklere çıkarır, çok yükseklere, "vay be" der yılan "ben neymişim".yükseklikten sarhoş olduğu, tam da kendinden geçtiği anda sarp kayaların üzerine bırakır zavallı sürüngeni....!!!

yonca bahçesi

Rüyamda kendimi yonca bahçesinde koşarken gördüm.
Çocukluğuma geri dönmek istedim, saçımı ördüm.
Ne yük vardı omuzlarımda, ne derdim oyundan başka,
Ne kadar güzeldi çocukluğum aslında; çocuktum, hürdüm.
Büyüdükçe kendime duvarlar ördüm,
O kadar yoruldum ki bazen durmadım yürüdüm.
Hiçbir kalpte kalamam içinde iyilik yoksa,
Beklemeden giderim kalbim git diyorsa.
Ben küsmem hayata başkaları küsüyorsa,
Bir gün ışıklar bana da yanacak nasıl olsa.

Bir düşmanın olması iyidir.

Çünkü istemeyerek sana çok şey öğretir!
Mesela;
- Yöntem öğrenirsin.
- Şeytanlığa kafan çalışmaya başlar.
- Neden sana böyle bıçak çektiklerini, arkandan ateş ettiklerini hatta nasıl olup da bir hedef haline geldiğini anlamaya çalışırken onlar gibi düşünmeyi öğrenirsin.
- Yeni taktiklerini, daha neler yapabileceklerini düşünürken bir bakarsın ki beyninde kapıları hiç açılmamış karanlık odaların var.
- Önceleri içine düştüğün şaşkınlık sonraları müthiş bir haksızlık duygusuna, derken derin bir üzüntüye dönüşür. Üzüntü o kadar büyüktür ki seni tarifsiz bir nefrete, büyük bir intikam alma hırsına götürür. Duyguların hızla birbirini doğurduğunu ve eğer seni yönetmelerine izin verirsen kişiliğini nasıl başkalaştıracağını görürsün.
- Sana yapılan saldırıya verdiğin her cevabın yüzüne bir yumruk daha yemek olduğunu, böyle yaparsan sadece savunmada kaldığını anlarsın bir gün.
- Oysa bu bir dövüşse senin de yumruk atman gerekmektedir.
- İlk yumruk düşmanı şaşırtır çünkü senden bunu beklemez.
- Düşmanın şaşkınlık içindeyken onu seyretmeye başlarsın. Beynin hızlı bir analize girişir. Karşındakini ilk defa bir bütün resim olarak gördüğünde “bu muymuş!” diye sen daha çok şaşırırsın.
- Artık bir sokak çocuğu olmaya hazırsındır.
- Senin de dövüşebildiğini gören sokak itleri kuyruklarını sıkıştırıp kenara çekilir. Bu, vazgeçtikleri anlamına gelmez. Tökezleyeceğin, zayıf görüneceğin yeni bir zamanı kollamaya başlarlar.
***
Bu arada kendi “Dövüşürken unutulmaması gerekenler” listeni yaparsın.
Şunları yazarsın mesela:
- Sakın bir daha ağlama!
- Sakın açıklama yapmaya, savunmaya, anlatmaya kalkma.
- Başına gelenlerin sebebi her ne ise o sebebe daha çok sarıl! İşin mi, halin tavrın mı, kapladığın alan mı, fiziğin mi, ailen mi, gösterdiğin varlık mı, her ne ise ucunu sakın bırakma, inatçı ol!
- ÇÜNKÜ SENİ ÖLDÜREMEYEN DÜŞMAN GÜÇLENDİRECEKTİR.
- Bütün bunlar olup bittikten sonra daha çok seveceksin kendini.
- Anlayacaksın ki senin düşmanlarınla bir sorunun yok. Sen onlar için bir sorunsun. Bu yüzden kan istiyorlar senden.
- Ama sen kan verme, kan parası iste:)
- İşine bak. Kervan daima yürümüştür.
- Kötülük iyilikten baskındır. Olumlu sözcüklerin ve iyiye olan inancınla dalga geçenlerin yüzlerindeki çirkinliğe bak. Benzer bir ucuzluktadır düşmanlıkları. Yok say bunları. Aptalları düşman bile sayma.
- Sana yeni şeyler öğretecek, seni olduğun yerden daha yukarıya çıkaracak, akıllı düşmanları muhatap al.
Ve... Kahraman Hektor attan düştüğünde “Hektor nerede” diye soran bir askere bir başka askerin verdiği şu yanıtı hiç unutma:
“Az önce atın üstündeki Hektor’du. Ama atın ayakları dibindeki o mu değil mi bilemem.”
Bir kere at bindiysen, düştüm diye sızlanmadan tekrar bin, yoluna devam et...

Ata'mızın Can Dündar'a mektubu !!!!

Utandım çocuk
beni anlatan bir film yapmışsın .
kızgınım, utanç içindeyim.
sana değildir kızgınlığım. filmdeki Mustafa'dan da utanmış değilim.
başaramamışım, bundandır utancım.
komutam altında, bu vatan için kanını akıtan Türk askerlerinden utandım.
"özgürlük" demiştim, benim karakterimdir. .
"bilim" demiştim, tek yol göstericidir.
sen, "karanlıktan korkardı" demişsin benim için.
korkardım evet. bu ulusu boğmak isteyen karanlıklardan çok korktum.
ama insaf be çocuk, korkup da kaçmadım ya.
söküp atmadım mı o karanlığı bu ülkenin üzerinden?
diktatör demişsin bir de. hiç okumadın mı çocuk?
nerde benim nesilleri emanet ettiğim öğretmenler?
anlatmadılar mı sana?
başkomutan olarak cepheden cepheye koşarken ve bütün kararları tek başıma alabilecekken neden bir meclis kurdum ben çocuk? böyle diktatör olur mu?
ah be çocuğum.
neden, nasıl düşman ettiler seni bana?
baktım aşktan, sevgiden, aileden bahseden güzel şeyler yazmışsın bugüne kadar.
belli ki,çalışkansın, zekisin. kara cüppeleri ile milletin ümüğüne çökmüş olan yobazları çok iyi anlarım da çocuk, seni anlayamıyorum.
onlar zaten hiç sevmedi beni. yüzyıllardır süren iktidarlarını çekip almıştım ellerinden.
sevmeyecekler beni elbette..
peki sen çocuk, sen neden kol kola girdin bu kara kalplilerle?
dedim ya, sana değil kızgınlığım.
başaramamışım.
anlatamamışım demek ki özgürlüğün kıymetini, bağımsız bir ulusun, onurlu özgür bireyi olmanın ne büyük bir nimet olduğunu.
yazık olmuş, onca vatan evladının kanına, onca ananın göz yaşına. veremem ki şimdi hesabı, ne o gencecik bedenlere, ne de gözü yaşlı analara.
"bu muydu uğruna bizi ölüme gönderdiğin vatan?" derlerse,
"bu nesiller miydi,ölen evlatlarımızın kanıyla kurduğun ülkeyi emanet ettiğin?"
diye sorarlarsa ne derim ben onlara be çocuk..

Muhsin YAZICIOĞLU

"Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum
Durun kapanmayın pencerelerim, Güneşimi kapatmayın, Beton çok soğuk, üşüyorum." dizeleriyle bitiyor.
İşte Yazıcıoğlu'nun Mamak Cezaevi'ndeyken yazdığı ve okuduğu 'Üşüyorum' şiiri
Bir coşku var içimde bu gün kıpır kıpır
Uzak çok uzak bir yerleri özlüyorum
Gözlerim parke parke taş duvarlarda
Açılıyor hayal pencerelerim
Hafif bir rüzgar gibi süzülüyorum
Kekik kokulu koyaklardan aşarak
Güvercinler ülkesinde dolaşıyor
Bir çeşme başı arıyorum
Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp
Mis gibi nane kokuları arasında
Ruhumu dinlemek istiyorum
Zikre dalmış her şey
Güne gülümserken papatyalar
Dualar gibi yükselir ümitlerim
Güneşle kol kola kırlarda koşarak
Siz peygamber çiçekleri toplarken
Ben çeşme başında uzanmak istiyorum
Huzur dolu içimde
Ben sonsuzluğu düşünüyorum
Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum
Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk, üşüyorum..


Muhsin YAZICIOĞLU

Muhsin YAZICIOĞLU'NA Hitaben.....

"Yaşarken yüreğiniz söküldü mü yerinden
Konuşurken diliniz kitlendi mi hiç?
Yanan ateşe el uzattınız mı, kırıldı mı
Parmaklarınız teker teker?
Ciğerinize hançer saplandı mı nefes alıp verirken
Çat ayazda dondunuz mu hiç?
Kerbela'da yanarken inlediniz mi bir yudum su diye?
Bu acılar tarif değil ki, yüreğim yangın yeri gibi yanmakta
Yüreğim yangın yeri şimdi, Ne söz dinler, ne sükut eder.
Ruhum çıplak, ruhum bedensiz acısı, yanmaktan daha beter
Bu ne ateş ki, yandıkça yanmakta?
Bilen yok mu, nasıl diner, nasıl söner?
Yokluğu hançer gibi saplanmakta.
Şüphe yok, herkes Rabbin'e döner
Kekik kokulu değil artık dağlarım
Üstünde ağlamaklı yılkı atları
Biliyorum üşümeyeceksin bir daha
Çünkü üstünde Resul'ün kanatları"

Bu su hiç durmaz..

Kar Gibi Örttün Üstümü
İçimde Tüm Çiçekler
Birer Birer Titrediler
Uykusuzluğundan Belli
Kafanda Birikintiler
Teker Teker Döküldüler
Sen Hep Kendine Önlemler Aldın
Ben Kendime Yasaklar Koydum
Önümüzde Barajlar Var
Bu Su Hiç Durmaz
Yaşamak Dopdoluydu
Akan Pınarlar Gibi
İnanmayanlar Beklediler
Umutlarını Borç Verdin
Cebinde Hiç Kalmadı
Dostların Anlamadılar
Sen Hep Kendine Önlemler Aldın
Ben Kendime Yasaklar Koydum
Önümüzde Barajlar Var
Bu Su Hiç Durmaz
Nar Gibi Güzelliğin Gizliydi
Vereceklerin Fazlaydı
İnsanlar Anlamadılar
Sustun Sustun Konuşmadın
Sonra Kaçtın Arkana Bakmadan
İnsanlar Şaşırdılar
Sen Hep Kendine Önlemler Aldın
Ben Kendime Yasaklar Koydum
Önümüzde Barajlar Var
Bu Su Hiç Durmaz

Atatürk Hangi Takımlıydı?

"Atatürk'ün kendi kaleminden bir gerçek.. bilmeyen kadıköylülere duyurulur...araştırmaya açıktır.. "

"Ben kulüp tutmam, çocuk... Çünkü hepsi benimdir. Hem; sivil veya asker toplumun tamamına hizmet veya kumanda edenler bir kulübü tutsalar bile -görev sırasında- bunu açıklamazlarsa isabet ederler. Aksi halde, otoriteleri sarsılır ve tartışılır. Tefrika (ayrımcılık, nifak) yaratmış olurlar. O nedenle dikkatli olmalarını tavsiye ederim."

Reisicumhur,
Mustafa Kemal ATATÜRK
2 Aralık 1930

Sonunda öğrendim..

dünyanın benim etrafımda dönmediğini, sevgimi dile getirmem gerektiğini, bunu yapmanın dünyanın en zor işi olmadığını, sadece sevgililere değil, anneye, babaya, anneanneye de "seni seviyorum" demenin "iyi geldiğini", her sabah güne "yaşasın! yeni bir gün!" diyerek, bunu yürekten söyleyip taaa içinde hissederek başlamak gerektiğini, hayatın sürprizlerle dolu olduğunu, buna mukabil "beklenmedik"diye bir şey kalmadığını, yaptığım her şeyden sorumlu olduğumu, gülümü benim kılanın ona verdiğim emek olduğunu dstluğun hayattaki en büyük hediye değil, en zorlu sınav olduğunu, beni anlayacak insanların beni ilk onbeş dakika içinde anladığını, diğerlerininse asırlar boyu didinsem de anlayamayacağını, dostlarımı kaybetmemek için ne gerekiyorsa yapmak gerektiğini, geri dönüşü olmayan tek yitirmenin dostluk mertebesine ulaşmış bir ilişkiyi yitirmek olduğunu, bununla birlikte, "yapma"nın geri dönüşü olmayan bir şey olduğunu, dönülen noktanın başlangıç noktası olamayacağını, iyi bir yemeğin yerinin doldurulabileceğini, iyi bir uykununsa benzersiz olduğunu, asla yerinin doldurulamayacağını, yüreğini ortaya koyduğun bir dostluğun da aynen iyi bir uyku gibi ikame edilemez bir gereksinim olduğunu, aşkın geçici olduğunu, yine de peşinden koşmanın dünyadaki en kaçınılmaz dürtülerden biri olduğunu, "aşk bitince sıcacık bir sevgi kalır "sözünün zaman zaman bütünüyle yersiz olduğunu, buna güvenerek her aşkı tüketmemek gerektiğini, hatta her şeyi koklamamak, her şeyi tatmamak, her şeyi ellememek gerektiğini, merakın başka türlü de giderilebileceğini, merak etmenin en temel zaafım olduğunu, fakat bundan sıyrılırsam hiç ilerleyemeyeceğimi, bazı insanların "pa bend-i terakki" olduğunu, bazılarının ben yükseleceğim diye ödünün koptuğunu, her başarıma sevinen tek kişinin sadece annem olduğunu öğrendim.

yılların onbeşinden sonra boşa geçmediğini, ve yerçekiminin etkisini, ve zamanın izlerini ve olgunlaşma denen durumun gerçek nedenini öğrendim. göz pınarlarıma dizildikleri zaman o incileri dökmekten kaçınamadığımı, söyleyeceklerimi dolandırmadan öylece, olduğu gibi söylemeyi, güven duyabilmek için güven vermek gerektiğini, başlangıçta hesapsız davranmanın her türlü ilişkiyi sıfır noktasına indirebileceğini, sevdalanmanın an meselesi olduğunu, sevdalanmışlığı sürdürmeninse emek, zaman, istek ve dayanak gerektirdiğini, benimle mutlu olan insanların, bensiz mutsuz olmasının çok tehlikeli olabileceğini, beni mutlu eden insanlarınsa yalnızlığıma ortak olamayabileceklerini, mutluluğun sürekli bir hal olmadığını, çalışmanın her şeye iyi geldiğini, ağzımda kekre bir tad bırakacağından en ufak şüphe duyduğum, fakat son derece lezzetli olduğunu önceden bildiğim şeyleri, muz gibi mesela, yine de yemenin bana artık iyi gelmediğini, bununla birlikte, tedbirlerle yaşanmayacağını, hareketlerimi kısıtlayan giysilerden nefret ettiğimi, böyle şeyler giyince huysuz ve aksi biri olduğumu, ukalalığın, hakkıyla yapanlarda iyi durduğunu, öyle sanıldığı kadar korkunç bir şey olmadığını, bilginin insanları farklılaştırdığını, eğitimin yücelttiğini, görgünün bağıl bir şey olduğunu, tatlı dilin, evet, yılanı deliğinden çıkarabileceğini, insanları koşulsuz sevmenin mümkün olduğunu, bağımlılığın her türünün insanı zayıflattığını, sertliğin de bir o kadar güçten düşürücü olduğunu, sözün gümüş, sükutun altın olduğunu, sakinliğin en büyük erdemlerden biri olduğunu, fakat bunları bir türlü hayatıma yerleştiremememin zayıflıktan değil mizaçtan kaynaklandığını, her durumda yapılabilecek bir şey bulunduğunu, yaşamın ve dünyanın üstesinden gelebilmek için neşeli olmanın şart olduğunu, yapmak istediklerimle yapmak zorunda olduklarım/ kaldıklarım/ bırakıldıklarım arasında bir denge kurmamın şart olduğunu, bu kılıçta yürürken ayağımı kesmeden, kılıçtan düşmeden yoluma devam etmem gerektiğini öğrendim.

boşver...

Gönlün ne kadar şık sen ondan haber ver?
Şöyle atıp koyu grileri-siyahları sabahtan,
Sarı kaşkol atabiliyor musun boynuna, ondan haber ver?
Koyma bir kenara yüreğini, aç kapılarını,
gelene geçene yol verme girsin diye içeri ama
Gömme başını toprağa bir çift güzel göz uğruna
Bilirim yine yeşerecek bir çiçek bulursun bir dalda
Ama aklını kaybedecek kadar bir aşk varsa avuçlarında
bırak aksın yollarına yağ geç, yık geç, kimse inannazsa inanmasın
Sen inan yüreğine.Hem ona geçmezse kime geçer sözün.
Büyü büyü…. bak ellerin ayakların kocaman, aklında maşallah yerinde,
Ee ne diye tutarsın yüreğini uçmasın diye.
Akıllı ol, yüreğin gelir peşinden, boş ver yaşı başı,
AŞK varmı aşk sen ondan haber ver?
Takılmışsın yüzündeki gözündeki çizgilere
O çizgilerin yüreğine neler kazıdığını düşün.
Atmak mı istiyorsun kendini bir dereye
Soğuk bir kış günü öl gitsin.
Boş ver be yaşı başı?
Kim tutar seni kim?
Kendi yüreğinden başka kim?
Aklını alda öyle git.
İster bir duvara,
ister bir odaya,
ister kıra, bayıra vur da git.
Dert etme ellerini,
onlar da gelir seninle bırakmadıkça birine?
O biri de gelir gerçekten
İstediğin oysa, seveceksen ve öleceksen uğruna.
Yaşa be yaşa da öyle git, gireceksen toprağa…
Yaş 70′e gelse bile hayat daha bitmemiş
Sen mi biteceksin?
Çekeceksen bile bayrağı
Yaşadım ulan dibine kadar diyemeyecek misin?

İÇİMİ DÖKTÜM - DENİZ SEKİ

Bugüne kadar yaşadığım hiçbir şeyden hiçbir zaman pişman olmadım
Biliyorum zirve benim için saçma sapan bir oyun
Bende bu oyunda bir aptal gibi seyirci oldum
Kendimi uzaktan izleyip üzüldüm durdum
Bazen azaldım sustum bazen çoğaldım küstüm
Ne yani tanrıdan bana son hediye mi?
Sahici ruhuma akıttığı şerbeti
Benim bir yanım hep hüzün yine hüzün yine hüzün
LAkin gurur benim göbek adım soyadım sadece sıfatım
Belki bilmezsin
Eski bir şarkı gibi ben kaç mevsim yağdım Kaç mevsim estim
Bazen buz oldum güneşe bile küstüm
Velhasıl? hiçbir zaman yetmedi yeter demedim
Çok üşüdüm bazen yürüdüm çöl oldum
Bazen o koskoca ormanda kayboldum
Yolumu bulmam imkansızsa
Her tarifi bir son her adres bir çıkmaz sokak
Fakat ben size hiç adres sormadım ki
Dedim ya gurur benim göbek adım
Bu benim seçimim bu kader senin
Hayat bu işte bu yaşımda öğrendim ki
Asıl karar maalesef adaletsiz seçim
Acı tatlı anılarla dolu kalbime
Bir tek şunu yerleştiremedim
Neyi mi? bana layık gördüğünüz bu rolü
Teşekkür ederim.
Senaryoyu saygımdan okusamda
Ben bu rolü oynamayı hiç kabul etmedim
Kusura bakmayın oynamıyorum
Farz edin beceremiyorum
Çünkü ben sadece aşkı yazıp aşkı söylüyorum
Benim hayatım müzik bir tek bu şaka değil
Bunuda gayet iyi biliyorum
Ağladım ağladım ağladım çok ağladım
Hor görmedim hiç kimseyi hor göreni hiç sevmedim
Ağladım ağladım ağladım çok ağladım
Hor görmedim hiç kimseyi hor göreni hiç sevmedim
Bugüne kadar yaşadığım
Hiçbir şeyden hiçbir zaman pişman olmadım
Hayat bana ne sunduysa
Kıymet bilip şükrederek yaşadım
Bu albüm sahici aşklara ithaf edilmiştir.
Sevgilerimle.

Söz - Müzik: Deniz Seki
EĞER BİR GÜN DÜNYA YA AİT ÇOK BÜYÜK BİR DERDİN OLURSA,
RABB'İNE DÖNÜP '' BENİM BÜYÜK BİR DERDİM VAR '' DEME !
DERDİNE DÖNÜP
''BENİM ÇOK BÜYÜK BİR RABB'IM VAR !'' DE!!!

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN BURSA NUTKU...YIL 1933..!!!!!!!

Kemal Paşa Şubat 1933'te Bursa Ulucami'de toplanan 100 kadar irticacı camilerde Türkçe ezan okunmasına karşı bir ayaklanma girişiminde bulunurlar. Ayaklanma kısa sürede bastırılır. Atatürk Bursa'ya gider. Çekirge yolu üzerinde bulunan bir köşkte akşam yemeği yenildiği sırasında bir kişi Atatürk'e ayaklanmayla ilgili olarak şöyle diyecek olur: "Bursa gençliği olayı hemen bastıracaktı, fakat zabıta ve adliyeye olan güveninden ötürü..." Atatürk hemen konuşmakta olan kişinin sözünü keser ve aşağıdaki konuşmayı yapar:

"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, "demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek"

Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir."

İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!

Mustafa Kemal Atatürk
Bursa, 5 Şubat 1933

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN BALIKESİR HUTBESİ.. YIL 1923 !!!! (Atamıza dinsiz diyenlere selam olsun)


ATATÜRK'ÜN PAŞA CAMİİ'NDE YAPTIĞI KONUŞMA

7 ŞUBAT 1923

Ey Millet, Allah birdir. Şanı büyüktür. Allahın esenliği, sevgisi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz efendimiz hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara dini gerçkleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Temel kanunu, hepimizce bilinmektedir ki, yüce Kur'an'daki mânası açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor. Eğer akla, mantığa ve gerçeğe uymamış olsaydı, bununla diğer ilahi tabiat kanunarı arasında çelişki olması gerekirdi. Çünkü tüm evren kanunlarını yapan Cenabı Hak'tır.

Arkadaşlar; Cenabı Peygamber çalışmasında iki yere, iki eve sahip bulunuyordu. Biri kendi evi, diğeri Allah'ın evi idi. Millet işlerini Allah'ın evinde yapardı. Hazreti Peygamber'in mübarek yolunda bulunduğumuz bu dakikada milletimize; milletimizin bugününe ve geleceğine ait hususları görüşmek maksadıyla bu kutsal yerde Allah'ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna eriştiren Balıkesir'in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu fırsat ile büyük bir sevab kazanacağımı ümit ediyorum. Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmasının gerekli olduğunu düşünmek yani konuşup tartışmak, danışmak için yapılmıştır. Millet işlerinde her kişinin zihnini ayrı ayrı faaliyette bulunması zorunludur. İşte biz de burada din ve dünya için, geleceğimiz ve bağımsızlığımız için, özellikle egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerinizi anlamak istiyorum. Milli amaçlar, milli irade yalnız bir kişinin düşünmesinden değil, milletin bütün kişilerinin arzularının, emellerinin sonuçlarından ibarettir. Bundan dolayı benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.

Hutbeler hakkında sorulan sorudan anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin şekli, milletimizin duygusal fikirleri ve lisanı ile medeni ihtiyaçlarıyla uygun görülmektedir. Efendiler, hutbe demek topluma hitabetmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur.

Hutbe denildiği zaman bundan birtakım kavram ve manalar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi söyleyen hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber'in hayatta olduğu mutlu dönemlerde hutbeyi kendisi söylerdi. Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek, dört halifenin hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamberin, gerek dört halifenin söylediği şeyler o günün sorunlarıdır, o günün askeri, idâri, mâli ve siyasi, sosyal konularıdır. İslam toplumunun çoğalması ve İslam ülkeleri genilemeye başlayınca, Cenabı Peygamber'in ve dört halifenin hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin söylemelerine imkân kalmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye birtakım kişileri memur etmişlerdir. Bunlar herhalde en büyük ve ileri gelen kişiler idi. Onlar camilerde ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatmak ve doğru yolu göstermek için bir şart lâzımdı. O da milletin lideri olan kişinin halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması! Halkı genel durumdan haberdar etmek son derece önemlidir. Çünkü, her şey açık söylendiği zaman halkın beyni faaliyet halinde bulunacak iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir. Ancak millete ait olan işleri milletten gizli yaptılar. Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir lisanda olması ve onların da bugünün gereklerine ve ihtiyaçlarımıza temas etmemesi, Halife ve Padişah sıfatını taşıyan despotların arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi. Hutbeden amaç halkın aydınlatılması ve ona yol gösterilmesidir, başka şey değildir. Yüz, ikiyüz, hatta bin yıl önceki hutbeleri okumak, insanları cahillik ve çağın gerisinde bırakmak demektir. Hatiplerin normal olarak halkın günlük kullandığı dil ile konuşmaları gereklidir. Geçen yıl Millet Meclisi'nde söylediğim bir nutukta demiştim ki "Minberler halkın akılları, vicdanları için bir ilim irfan kaynağı, ışık kaynağı olmuştur." Böyle olabilmek için minberlerde söylenecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, ilim ve fen gerçeklerine uygun olması lazımdır. Hutbeyi verenlerin siyasi olayları, sosyal ve medeni olayları hergün izlemeleri zorunludur. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış aşılamalar yapılmış olur. Bu nedenle, hutbeler tamamen Türkçe ve günün gereklerine uygun olmalıdır. Ve olacaktır.

BAYRAMLAR...

Zamanla anlıyor insan: 3-4 güne sıkışmış bir tatilden öte bir şey bayram...
Hayata rasgele serpiştirilmiş ilahi ikramlar, kıymet bilen kullara her daim
bayram yaşatır.
* * *
Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz kalınca anlar insan...
Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir; sevmeninkini
yalnızlık...
Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır.
Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni kaybetmemek, kurda
kuşa yem olmayıp "Çok şükür bugünü de gördük" diyebilmek...
Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır.
Küsken barışmak, ayrıyken kavuşmak, suskunken konuşmak bayramdır.
* * *
Bir kitabı bitirmek, bir binayı bitirmek, bir okulu bitirmek, kâbuslu bir
rüyayı, kodeste ağır cezayı bitirmek bayramdır.
Yoğun bakımda sancılı geceyi ya da kangren olmuş bir ilişkiyi bitirmek de
öyle...
Vuslat da bayramdır öte yandan...
Endişe içinde beklediğinden mektup almak, telefonda ansızın sesini duymak,
deli gibi burnunda tütenin boynuna sarılmak bayramdır.
En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini bölmek, korktuğunda
güvendiğine sarılabilmek, dara düştüğünde dost kapısını çalabilmek
bayramdır.
Bir sürpriz paketinden çıkan hediye, tatlı bir şekerlemede üstüne serilen
battaniye, saçlarını müşfik bir sevgiyle okşayan anne bayramdır.
"Ona güvenmiştim, yanılmamışım" sözü bayramdır.
Hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayram...
* * *
Yeni bir sözcük öğrenmek, bir tünelin sonuna gelmek, müzmin bir işin
kapısını çarpıp uzun bir yola çıkıvermek bayramdır.
Zorluklara tek başına göğüs gerebilmek, gereğinde haksızlığın üstüne yalın
kılıç yürüyebilmek bayramdır.
Yeni eve asılan basma perdeler, alın teriyle kazanılmış ilk rızkın konduğu
çerçeveler, yüklü bir borcun son taksiti ödenirken sıkılan eller bayramdır.
Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi, akşam kapıda karşılayan yavuklu
busesi, sevdalı bir elin tende gezmesi, nice adağın ardından çınlayan çocuk
sesi bayramdır.
Sonrasında gelen ilk diş bayramdır, ilk söz bayram, ilk adım, ilk yazı, ilk
karne bayram...
Güne gülümseyerek başlamak bayramdır.
"İyi ki yanımdasın" bayram, "Her şeyi sana borçluyum" bayram, "Hiç pişman
değilim" bayram...
* * *
Evlatların mürüvvetini görebilmek, eve dolu bir torbayla gidebilmek, konu
komşuyla yarenlik edebilmek, akşamları eskimeyen bir keyifle çay
demleyebilmek bayramdır.
Zamanı donduran eski fotoğraflara nedametsiz bakabilmek, altı çizilmiş eski
kitapları aynı inançla okuyabilmek, yol arkadaşlarının yüzüne utanmadan
bakabilmek bayramdır.
Alnı açık yaşlanmak bayramdır; ulu bir çınar gibi ayakta ölebilmek bayram...
* * *
Bunların kadrini bilirseniz, kıymet bilmeyi öğrenirseniz her gününüz bayram
olur.
Meraklanmayın, öyledir diye size deli demezler.
Deseler de böyle delilik, bayram artığı günlerdeki nankör akıllılıktan
evladır.
Her gününüz bayram olsun!

CAN DÜNDAR

...40 YAPIT...

KURAL 1: Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Tanrı dedi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok, eğer, Tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir. 

KURAL 2: Hak Yolunda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol, silenlerden değil! 

KURAL 3:Kuran dört seviyede okunabilir. ilk seviye zahiri manadır. Sonraki Batıni mana. Üçüncü batıninin batınisidir. Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye. 

KURAL 4: Kainattatki her zerrede Allahın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü O camide, mescitte, kilisede, havrada değil, her an her yerdedir. Allahı görüp yaşayan olmadığı gibi, Onu görüp ölen de yoktur. Kim O nu bulursa, sonsuza dek Onda kalır. 

KURAL 5: Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. Aman sakın kendini diye tembihler. Hâlbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: 
Bırak kendini, ko gitsin; Alık kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Hâlbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var. 

KURAL 6:Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol, kelimelere fazla takılma. Aşk konusunda dil zaten hükmünü yitirir. Âşık dilsiz olur. 

KURAL 7: Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, hakikati keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin. 

KURAL 8: Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! istediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir. 

KURAL 9: Sabretmek, öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir. 

KURAL 10: Ne yöne gidersen git, Doğu,Batı,Kuzey ya da Güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır. 

KURAL 11: Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir sen zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir. 

KURAL 12: Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur. 

KURAL 13: Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı, hoca ,şeyh, şıh var. Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil. 

KURAL 14:Hakkın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim olş. Bırak hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın. Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını? 

KURAL 15: Allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldür. Tek tek her birimiz tamamlanmamış birsanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermek için tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler. 

KURAL 16:Kusursuzdur ya Allah, Onu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde belebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradandan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir , ne layıkıyla sevebilirsin. 

KURAL 17: Esas kirlilik dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yap bağlamış haset ve art niyettir. 

KURAL 18: Tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara, dışında, başkalrında değil ve unutma ki nefsini bilen Rabbini bilir. Başkalarıyla değil sadece kendiyle uğraşan insan sonunda mükafat olarak Yaradanı tanır. 

KURAL 19:Başkalarından saygı,ilgi ya da sevgi bekliyorsan önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül yollayacak demektir. 

KURAL 20: yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir. 

KURAL 21: Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek, kendi doğrularını başkalarına dayatmay kalkmak, Hakkın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir. 

KURAL 22: Hakiki Allah Aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur. Ama bekri aynı namazgaha girdi mi orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil. 

KURAL 23: yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz. 
Aşırılıktan uzak dur. Sufi ne ifrattadır ne tefritte. Sufi daima orta yerde 

KURAL 24: Madem ki insan eşref-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi, attığı her adımda Allahın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatırlayarak, buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. insan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene de başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir. 

KURAL 25: Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama ikisi de şu an burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak cenneteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak, nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz. 

KURAL 26:Kainat yekvücut, tek varlıktır. Her şey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının, hele hele senden zayıf olanın canının yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir. 

KURAL 27: Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa hayırlı laf yankılanır. Şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır. 
Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında 40 gün 40 gece sadece güzel sözler et. 40 günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak.. Senin gönlün değişirse dünya değişir. 

KURAL 28:Geçmiş, zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sufi daima şu anın hakikatini yaşar. 

KURAL 29: Kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten,ne yapalım kaderimiz böyle deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hakimisin, ne de hayat karşısında çaresizsin. 

KURAL 30:Hakiki Sufi öyle biridir ki başkaları tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez. 
Sufi kusur görmez. Kusur örter. 

KURAL 31:Hakka yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık; kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp. Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar, kimimiz ise, ne yazık ki daha da setleşerek çıkar. 

KURAL 32: Aranızdaki bütün perdeler tek tek kaldır ki, Tanrıya saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma! inancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama! 

KURAL 33: Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen HiÇ ol. Menzilin yokluk olsun. insanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir. 

KURAL 34: Hakka teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır; emin bir beldede yaşar. 

KURAL 35: Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Tanrıya inanmayan kişi ise içindeki inananla insan-ı Kamil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler . Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır. 

KURAL 36: Hileden, desiseden endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, zarar vermek istiyorsa, Tanrı da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler.Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. 
O'nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan. 

KURAL 37: Tanrı kılı kırk yararak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır, bir de ölmek zamanı. 

KURAL 38: Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün. 
Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa yazık. Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli. 

KURAL 39: Noktalar değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar. Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiçbir zaman bozulmaz, her şey yerli yerinde kalır, merkezinde. Hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz. 
Ölen her sufi için bir sufi daha doğar. 

KURAL 40: Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani mi diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. AŞK'ın ise hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. 
Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya da tam ortasındasındır, merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde.