23 Temmuz 2012 Pazartesi

Beni anlamanı beklemiyorum artık.

Sen hiç apartman kapısı kapandığında ayak seslerinin kapıya doğru gelmesi için dua ettin mi?
Her telefon çaldığında ‘umarım bu kez o arıyordur’ hissiyle koştun mu?
Her mesaj geldiğinde yüreğin ağzına geldi mi, acaba şimdi ne söyleyecek diye?
Karşılaşma umuduyla sevdiğin insanın evinin civarında aptal aptal dolaştın mı?
Sen bi insanın ellerini özledin mi hiç? Ellerini, ellerinin içine koyup sadece bakmayı istedin mi?
Sen hiç iftiraya uğradın mı? Yapmadığın şeyler için defalarca suçlandın mı?
Sen ölümüne dürüst olmak ne demek biliyor musun? Bunun kıymetini anlayacak kadar büyüdün mü?
Sen hiç birinin fotoğrafına bakarken, ona sarılma isteği duydun mu?
Sen sırf karşındaki insan sana ‘bana iyi gelmiyorsun’ dediği için onu bir daha arayamayacak hale geldin mi?
Biri sana ‘çok üzgünüm’ dediğinde, aslında zerre üzgün olmadığını hissettin mi?
Hayatında her şey yolundayken sırf senin gitmen için ‘ben iyi değilim’ diye yalan söyleyenine rastladın mı hiç?
Sen hiç herşeye rağmen sevdiğin insanın karşına geçip gözünün içine baka baka bir başkasını öpüp kokladığına şahit oldun mu? O acı nasıl birşeydir yaşadın mı hiç?
Sen hiç onun okumayacağını bildiğin halde sayfalarca yazı yazdın mı?
Sonra gelmiş bana ‘seni anlayamıyorum’ diyorsun. Anlamazsın tabi. Bak, ben seni gayet iyi anlıyorum. Beni anlayamamanı bile anlıyorum.

Sen beni anlayamazsın, zaten artık anlamanı da beklemiyorum...!

Çoğu şeyi geç anladım ben...

Çabuk öğrenen bi çocuktum, herşeyi kendi kendime öğrensem bile. Reddettiğim şeyleri kendi irademle, kabul ettiklerimi de hep kendi iradesizliğimle sınadım.

Hiç sigaraya heveslenmedim mesela ben. Ortaokuldan beri neredeyse tüm arkadaşlarım içerken, ben hiç denemeye bile yeltenmedim. Yıllar sonra insanlar ‘gençlik hevesi, büyüdüğünü ispatlama çabası, arkadaş ortamı’ gibi bahanelerin arkasına saklandıklarında sadece gülümsedim. ‘Tabi, haklısın. Herkes öyledir.’ dedim. Öyle değildi işte. Yani ben hiç öyle değildim.

Mutlu muydum? Hayır. O yaşta anne-baba ayrılığını çok derin ayrıntılar ve acılarla yaşamış bir çocuktum. Çok değiştim, sürekli değiştim. Okul aile birliği anne babası ayrılmış çocuklara yardım edeceği zaman sınıfa gelip, ‘kimlerin anne babası ayrı, bi parmak kaldırsın bakalım’ dediklerinde çıt bile çıkarmadım. Çok uzun süre kabul edemedim. Lise dönemime geldiğimde biraz daha toparlanmaya çalıştım. O kadar değiştim. Ama hiçbir zaman sigaraya başlamadım, heves etmedim.

Alkole de hiç heves etmedim. Öyle derin acılar yaşamama rağmen hiçbir şey beni alkole, uyuşturucuya itmedi. Benim hep yaşamaya, bir şeylerin bi gün iyi olacağını hissetmeye dair hevesim ve inancım vardı.

Öyle sade bir ortamım da olmadı hiç. Kendimi bildim bileli sosyaldim. Dünya kadar arkadaşım oldu, hep değişik hayatları dinleyip ortak oldum. O ortamlarda hep alkol vardı, sigara vardı, dahası vardı.. Ben yoktum ama. Onlar o kafayı yaşamak için içmeye ihtiyaç duyarken, ben kola içerek kafayı bulan bi insan oldum. Hep öyleydim. Ben hep mutluluktan sarhoştum. Öyle kocaman sebeplere de ihtiyacım olmadı hiç. İki dost yüzü, iki sohbet. İki hayata dair muhabbet. Sarhoş olmam için yeterliydi.

Belki de tadını sevemediğimden oldu hep. Zamanında başlamam için türlü türlü tatlı kokteyller denetseler de yok sevemedim. Zorla içmenin bi anlamı yoktu çünkü. Sonra zamanla ufak ufak şarap ve rakı girdi hayatıma keyiften nadiren ama..

Sonra değişmeye devam ettim. 6 sene önce bir yaz tatilinde Jack Daniels ile tanıştım mesela. Sırf sevdiğim adam seviyor diye ona uyum sağladım ve sevdim. Ama ondan ayrıldıktan sonra her Jack Daniels kokusu aldıkça burnumun direği sızladı, içmekte zorlandım. Ayrıldıktan sonra alkol ile arası olmayan Hale gitti bambaşka biri geldi. Jack ve rakı vazgeçilmezlerim oldu. Alkole özendirmek gibi olmasın ama Jack'i deneyin bence.

Öyle yani. Büyüyorum hala. Sanki hiç bitmeyecekmiş ve hep değişecekmiş gibi…

Bana bir masal, baba bir masal...!

İnsan bilmediği bir şeyi özler mi? Ben seni özlüyorum baba.
Keşke olsaydın da, annem beni her savunduğunda ‘bak işte senin kızın’ deseydin.
Yanımda olsaydın da, bir şey istemek için en tatlı sesimle ‘babacıııııım’ dediğimde ‘söyle yine ne istiyorsun?’ deyip hevesimi kursağımda bıraksaydın.
Salonda oturup sadece tv izleseydin de, ben sadece aynı evde olduğumuz için bile güven duysaydım.
Hayatımda olsaydın da ‘baba’ kelimesi ağzımdan çıktığında ilk defa söylediğim yabancı bir kelime gibi tınlamasaydı kulağımda, öyle yabancı.
Babam olsaydın da, birlikte olduğum adamı merak edip anneme sorsaydın. Her dışarı çıktığımda imalı imalı baksaydın bana.
Başkalarında aramazdım seni o zaman baba. Sevdiğim adamlara kocaman anlamlar yüklemek zorunda kalmazdım. Kendi kıymetimi bilirdim, iki gram şefkat gördüğüm adamlara ölümüne sarılmazdım.
Korkularımdan kaçmazdım o zaman be baba. Senin korkusuz, gururlu ve asil kızın olarak kalırdım. En sevmediğin değil, en sevdiğin huylarını alırdım belki o zaman.
Bazen düşünüyorum da, keşke ölseydin diyorum, en azından bedenen varken aslında hiç yokmuş gibi olmazdın. Sonra öldüğünü düşününce bile içim acıyor, aslında benim için hiç yokken sen.
Olsaydın belki de, bütün kalp kırıklıklarımı sana yüklemezdim.
Hayat çok garip, boşluklar falan baba.
Bana bir masal bile anlatmadın baba. Ben bu yüzden hayatım boyunca hiç hayal kuramadım.
Senin yüzünden baba, hepsi senin yüzünden.


Düşündüm.


En sevdiğin şarkıları bana hiç söylemedin, onları hep başka yerlerden öğrendim.

En sevdiğin şeyleri bana hiç anlatmadın mesela, belki de ben fırsat vermedim.

Hayallerinden bahsetmedin ki bana hiç, bir kez olsun anlatmadın.

Benimle bir yerlere gitmeyi düşündün mü? Belki de bana hiç bahsetmedin.

Bunca zaman oldu, bana gerçekten kaç kez dokundun bi düşünsene. Gözlerimin içine bakıp ‘ben seni gerçekten çok seviyorum’ dedin mi hiç? Demedin.

Konuşacak çok da bir şey yok aslında...!